Yakın tarihte batının göbeğindeki Bosna Hersek’i, bu günkü Filistin’i gözünüzün önüne getirin. Özgürlük bir tarafa kendi topraklarında istenmeyen ve dahası zulüm gören insanların halini gözünüzün önüne lütfen getirin…
Bugünkü Irak, Suriye, Arabistan, Filistin, Mısır, Libya, Sudan, dahası Balkanlar’ın sizin toprağınız olduğunu ve atalarınızın 100 yıl değil asırlar boyu egemen olduğu bir coğrafya düşünün…
Hepsi elinizden alınmış ve dahası bugünkü Türkiye topraklarından da kovulmak istendiğinizi düşünün. İstenmemek de ne kelime, İngiltere’nin şımarttığı Yunanistan İzmir’i işgal etmiş, İngilizler İstanbul’a, Fransızlar, İtalyanlar ükemizin dört bir tarafını işgal ederek halkımıza zulüm yapmaya başladıklarını lütfen gözünüzün önüne getirin…
İşte böyle bir fotoğraf karşısında bu zulme isyan eden, ‘yeter artık’ diyerek bir avuç Anadolu’yu uyandırmak için yollara koyulan sözüm ona deli bir Türk subay düşünün…
O, bütün milleti işgale tepki göstermeye çağırdı…
İngiliz baskısıyla ordu müfettişliğinden alınınca askerlikten istifa etti. Gerçekçilikten uzaklaşmadan, hayale kapılmadan, büyük bir sabırla bütün Anadolu’yu yurtseverlik ve bağımsızlık bayrağı altında toplamaya koyuldu. Lütfen bu deli subayı iyi düşünün…
Erzurum Kongresi’ni daha kapsamlı olan Sivas Kongresi izleyecekti. Kurulmuş olan Redd-i İlhak ve Müdafaa-i Hukuk Dernekleri, “Anadolu ve Rumeli Müdafaa-yı Hukuk Derneği” adıyla tüm yurdu kucaklayan tek bir dernek adı altında örgütlendi. Temsil Heyeti (Yönetim Kurulu) Başkanlığı’na birilerinin deli olarak gördüğü işte o Türk Subayı seçildi. Heyet, 27 Aralık 1919’da Ankara’ya geldi ve halkın büyük gösterileriyle karşılandı.
Times gazetesi, Türk kıpırdanışını manşetine şöyle taşıdı:
“Bütün cihanın kuvvetine karşı milli bir hareket yaratmak… Ne çocukça bir hayal!”
Diyerek o Türk subayının yaptığı bu uyanış hareketini ne çocukça bir düşünce olarak gördüğünü ve bunu manşetine taşıdığını lütfen tekrardan düşünün…
Times gazetesini bir tarafa bırakın ülkenin aydın olarak kabul edilen dönemin yazarı Refik Halit bile bakın o günlerde Milli Mücadele’nin başlamasını alaylı bir şekilde nasıl karşılamıştı.
“Bir patırtı, bir gürültü, beyannameler, telgraflar… Sanki bir şeyler olacak… Ayol şuracıkta her işimiz, her kuvvetimiz meydanda. Dört tarafımız açık. Dünya vaziyetimizi biliyor. Blöfün sırası mı? Hangi teşkilat, hangi kuvvet, hangi kahraman? Hülyanın bu derecesine, uydurmasyonun bu şekline bende dayanamayacağım. Bari kavuklu gibi ben de sorayım:
Kuzum Mustafa sen deli misin?”
Elde avuçta hiçbir şey yokken, emperyalizme, galip devletlere, Yunan ordusuna, Ermenilere, Pontus çetelerine karşı silahlı mücadeleye girişmeyi çılgınlık sayanlar çoktu. Silahsızlandırılmış Türk ordusunun bu tarihî gücü, o da kâğıt üzerinde 35-40 bin kişiydi. Oysa Türkiye’de Anadolu adını almış ve hiç kimsenin kodlarını bilmediği bir coğrafya vardı. Bir el hareketi ile inandığı liderin peşine takılacak ve sayıları kısa sürede binleri ve yüz binleri bulacaktı. Yoksul, bitik Anadolu, 400 bin işgalciyi ve on binlerce silahlı-silahsız haini yenmeyi başaracaktı.
Dört yıl süren I. Dünya Savaşı süresince yoksullaşan Osmanlı İmparatorluğu, yeniden bir savaşı göze alamadı ve artık İstanbul başta olmak üzere İzmir, Adana, Antep, Antalya ve Urfa kâğıt üzerinde paylaşılmanın ötesinde işgalci devletlerin güçlerine teslim edilmişti.
Birilerinin hani o deli olarak gördüğü Türk Subayı var ya… Ona inanan bir avuç silah arkadaşı kenetlendi ve ‘uyanış’ dönemini başlatmak için özel bir strateji geliştirerek hazırlıklara çoktan başlamıştı.
-19 Mayıs 1919
Milli Mücadele işte bu mucizenin, bu onurlu ve güzel çılgınlığın adıydı…
Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıkması ile başlayan uyanış, daha sonra Anadolu’nun her bölgesini tıpkı bir ateş kıvılcımı gibi sardı. Her bölgenin, her vilayetin uyanışı, Kuva-yı Milliyecilere katılışı farklı bir hikâyedir…
Birilerinin deli olarak gördüğü ancak Türk Milletinin kahramanı büyük önder Gazi Mustafa Kemal’in yakın arkadaşları daha Bandırma Vapuru’nda masaya yatırılan ve Ankara’da planlanan örgütlenme ve uyanışı Anadolu’yu karış karış gezerek anlatmaya başlamıştı bile...
Anadolu halkı, yaşlısıyla genciyle, kadınıyla erkeğiyle Mustafa Kemal’e inanmıştı.
Mustafa Kemal liderliğindeki askerimiz Sakarya cephesinde kahramanca savaşıyordu. İngilizler, şımarık Yunanlılar ve daha pek çok batılı devletler atalarımızı asırlar boyunca yaşadıkları topraklardan kovmak istiyorlardı.
İngiltere Savaş Bakanı Lord Kitchener, “Türkleri yok edinceye kadar savaşacağız!” manşetini attırıyordu kendi kontrolü altındaki İngiliz gazetelerine.
Anadolu’nun dört bir tarafından toplanarak kısa sürede cepheye koşan Türk askeri cephede adeta tarih yazıyordu.
İşte böyle bir filmi gözünüzün önüne getirin ve renkli bir şekilde tekrar düşünün…
" Efendiler, yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz" Dışarıdan gelen baskı ve 27 Ekim 1923’te İcra Vekilleri Heyeti'nin istifası ve Meclis'in güvenini kazanacak bir kabine listesinin oluşturulamaması, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarını o tarihte bir araya getirdi;
Mustafa Kemal Paşa, Çankaya Köşkü'nde; İsmet Paşa, Ali Fuat Paşa, Halit Paşa ve Kemalettin Sami Bey'i ağırladı.
28 Ekim 1923’de Mustafa Kemal yemekteki arkadaşlarına hitaben ; Efendiler yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz”
29 Ekim 1923 Gazi Mustafa Kemal ve yakın silah arkadaşları Cumhuriyeti ilan etmiş ve yep yeni bir devlet kurmuşlardı.
Şerife Bacılar, Nene Hatunlar ve Anadolu’nun fedakar tüm anaları-bacıları cephe yollarında ter yerine kan dökerken; yaşlı-genç herkes düşmana karşı ölümüne bir direnişin destanını yazmıştı.
Hiç kimse, Kurtuluş mücadelesini başarı ile tamamlayan Birinci Meclis’i, Cumhuriyet’i ilan eden İkinci Meclis’i, hayatları pahasına tarihin akışını ve Türk Milletinin kaderini değiştiren Gazi Mustafa Kemal Atatürk ile arkadaşlarının mücadelesini küçük görme veya göz ardı etme yanlışlığına düşmemelidir. Çünkü 29 Ekim 1923’te ilan edilen Cumhuriyet kendilerine inanan Türk Milleti ile birlikte onların eseridir.
Bu mücadele bir iki film ile ya da makale ile anlatılabilir mi hiç?
Bize bir avuç toprağı vatan yapan cephede kanını, canını, malını ve dahası hayallerini feda aden ecdadımıza selam olsun…
-Nice 100 yıllara…
Selam olsun Gazi Mustafa Kemal ve silah arkadaşlarına…
Selam olsun Şehit Şerife Bacılara, Nene Hatunlara, Kara Fatmalara…
Selam olsun adını hatırlayamadığımız ecdadımıza, selam olsun doğup büyüdüğü köyüne ulaşamadan şehit düşün Mehmetçiklere…
Cumhuriyetin 100’üncü yılında hepinize ne kadar çok teşekkür etsek azdır…Minnet ve şükranla kalbimizde daima yaşayacaksınız…
GÜNÜN SÖZÜ
“Ne mutlu Türk’üm diyene…”
(M.Kemal Atatürk)