Aslın da bu sorunun cevabı tamamen bizim Taşköprü’yü nasıl algıladığımızla ilgilidir. Demek istediğim şu:

Aslın da bu sorunun cevabı tamamen bizim Taşköprü’yü nasıl algıladığımızla ilgilidir.

Demek istediğim şu:

Biri bir ilçeye gidiyor, dönüşte soruyorlar, nasıl bir yerdi diye.

Diyor ki:

“Çok güzel bir ilçeydi, eğlence yerleri, restoranları, kafeleri, gezmekle tükenmez turistik yerleri, müzeleri on numaraydı. Sabahlara kadar eğlenceye akıyorsun, âlem süperdi…”

Bir gün başka biri daha gidiyor aynı ilçeye, ona da soruyorlar nasıldı diye. O da şöyle cevaplıyor:

“Çok güzel bir ilçeydi, camilerine bayıldım. Müezzinlerin ezan okuyuşu muhteşemdi. Adım başı, her yerde türbeler var, o mübareklerin mekânlarını görmen lazım. İlçe âdeta şeyhler ve alimler yatağı. Her vakit namazı farklı camilerde kıldık, evliya ziyaretleri, tarihi mekân gezileri, atalarımızın bıraktığı muazzam sanat eserleri anlatılır gibi değildi…”

Bu ilçe Müslüman ilçe değil de başka bir din ve medeniyete ait bir ilçe de olsa sonuç değişmezdi. Bu sefer orada o ilçenin medeniyetinin maneviyatı ve derinliği dikkate sunulurdu.

Şimdi bu iki insan aynı ilçeden mi bahsediyor? Evet, aynı ilçeden bahsediyor. Peki nasıl bu kadar farklı olabiliyor? Çünkü herkes görmek istediğini görüyor, ilçe onun meşrebine nerden bakıyorsa o da ilçeye oradan bakıyor.

Bir zamanlar İstanbul için “Gündüzleri kir yağar, geceleri nur…” denirmiş. Bu söz işte tam da bunu anlatıyor. Peki nedir bu Kir ve Nur? Herkesin kir ve nuru kendisine. Benim için nur olanlar başkası için boğucu bir kasvettir. Başkası için nur olanlar benim için tam bir felâkettir.

Gelelim Taşköprü’ye. Bence Taşköprü’yü tanımak tarihiyle başlar. Nedeni ise;

Bir önceki yazımda da belirttiğim gibi Taşköprü’nün tarihi Roma öncesine dayanır.

Taşköprü MÖ. 64 yılında Romalıların egemenliği altına girmiştir. Paflagonya eyaletinin merkezi olarak "Zımbıllı Tepesi" denilen yerde kurulan tarihi Pompeiopolis kenti akropol ve devlet büyüklerinin oturduğu yer olarak kullanılmıştır. Romalılar Paflagonya’yı zaptettikten sonra Komutan Pompeius’un isminden dolayı (Taşköprü'ye) Pompeiopolis demişlerdir. Komutan Pompeius, Paflagonya yıkıldığı vakit Paflagonya'yı Roma valilerine bölmüştür ve Taşköprü, bir Roma şehri olmuştur.

Anadolu'nun Türkler tarafından fethinden sonra, 1292-1460 yılları arası Çobanoğulları ve Candaroğulları'nın yönetiminde kalan ilçe, 1460 yılında Osmanlı yönetimine girmiş ve Kastamonu'ya bağlı kadılık olarak idare edilmiş, 1868 tarihinde de ilçe olmuştur.

Birçok medeniyet ve kültür barındırmış olan Taşköprü de geçmişin izleri günümüzde de hissedilebilmektedir. Romalılar, Çobanoğulları, Candaroğulları, Osmanlılar ve Cumhuriyet dönemini yansıtan fazlaca eser 116 adet tescilli konak, çok sayıda Camii’ler ve hamamlar da bulunmaktadır.

Eski yapılarıyla bilinen Gizlice Mahallemizin sokakların da dolaşıp tarihi evlerin önünden geçerken içim her defasında huzurla doluyor olsa da, buram buram tarih kokan o eski ahşap evlerin bakımsız hallerini gördükçe üzülüyor ve bugüne kadar dayanamayıp yıkılan ya da çıkan yangınlar sonucu küle dönüp kaybolan diğer tarihi yapıları düşündükçe “Keşke onlarda günümüze ulaşabilseydi diyerek bir ah çekiyorum.”

Birçok yapının günümüze kadar erişememiş olmasının sebebi ilçemizin 1927 yılında geçirmiş olduğu büyük yangındır. 30 Ağustos 1927 yılında Zafer Bayramı kutlamalarının devam ettiği sırada Taşköprü merkez Karasait Mahallesi’nde bir muhaccirin evinden kaza eseri çıkan ve kısa sürede yayılarak Taşköprü’nün dörtte üçlük kısmının kül olmasına neden olan yangın sonucu ilçe adeta yok olmuştur.

O dönemler de faaliyet gösteren bir gazetenin haberin de yangının büyüklüğü şu şekilde belirtilmiştir;

“Beş yüz elli hane, üç yüz elli mağaza ve dükkân, yedi cami, yirmi beş kahvehane telef olmuştur. Dükkân ve mağazalardaki emval-i ticariye tamamen, hanelerdeki eşyanın kısm-ı azamı yandığından hasarât üç milyon lira raddesinde tahmin ediliyor.

Birçok aileler açıkta çadır altındadır. Hükümet ve teşkilat-ı milliye harikzadelerin iâşe ve teskin-i âlâmına çalışıyor. Daima pek mesut ve şen bir manzara arz eden bu güzel kasaba bir yığın enkaz manzarası arz etmektedir.”

Bu kadar ciddi ve büyük yangın geçiren Taşköprü bugün ki halini Gazi Mustafa Kemal Atatürk’e borçludur. Ulu Önder Atatürk, 1925 yılında Taşköprü’yü ziyareti sırasında ilçeyi beğenmiştir,1927 yılında yaşanan yangını duyduğun da ise üzülmüş ve o dönem Ankara’nın imarı için gelen Alman mimarları Taşköprü’ye göndermiştir. Taşköprü adeta küllerinden doğmuş ve ızgara plan sisteminin hayat bulduğu bir ilçe olmuştur. Izgara plan sistemi sayesinde ilçede 1 tane bile çıkmaz sokak bulunmazken bütün sokaklar dikine ve paralel şekilde bağlanmaktadır. Hava kararıp sokak lambaları yandıktan sonra, kuşbakışı şeklinde Taşköprü’ye baktığımız da bahsettiğim sistem daha belirgin bir şekilde görünmektedir.

Birçok kültür ve medeniyetin var olduğu bu topraklarda geçmişin izlerini sadece tarihi yapılar ve eserler de değil, hoşgörülü ve sıcakkanlı insanlarımızda da görmek mümkündür. Belki de küçüklüğümden beri beni Taşköprü sevdalısı yapan şey de budur. Her yıl bayramlar da ailemle birlikte fırsat buldukça memleket hasretini az da olsa giderebilmek için gurbetten Taşköprü’ye gelirdik.

Bir bayram tatilin de Cuma günü öğle namazı vaktin de Taşköprü’ye geldiğimiz de su almak için bir bakkala girdim ve içeride kimse yoktu. Dışarıya çıkmak için kapıya yöneldiğim sırada tezgahın üzerinde bir kağıt ve kağıdın üzerin de “Namaza gittim, ne aldıysan parasını bırakıver” yazısını gördüm. Çocuk aklımla hayretler içerisine düşüp gerçekten Taşköprü’nün bambaşka güzellikte bir yer olduğunu düşünmeye başladım. Çünkü doğup büyüdüğüm şehir de daha önce böyle güzel bir durumla karşılaşmamıştım. Bu sadece hiç unutmadığım yaşadığım bir anımla ilgili örnek. Belki bazıları için şaşırılacak bir durum olmayadabilir çünkü Taşköprü de gündelik hayatta buna benzer birçok durum normal karşılanıyor. Her ne kadar farkında olmasakta hoşgörünün ve kardeşliğin el ele olduğu topraklar da yaşadığımız için çok şanslıyız.

Hoşgörüyü anmışken sözlerimi hoşgörü ile alakalı küçük bir şiirle bitirmek istiyorum.

Beni dinle beni, ey güzel insan,

Senin gibi her kul, taşıyor bir can.

İnsanlar tarafından sevilirsin,

Sen düşünüp, hoşgörülü olursan.

Bir insanın, bakarken gözlerine,

Dik bakma koyardır düşman yerine.

Dost düşman demez uyar sözlerine,

Sen düşünüp, hoşgörülü olursan.

Kalın Sağlıcakla…