Yüksektedir toprakların, püfül püfül eser ya
Şu yemyeşil ağaçları, kimler kıyıp keser ya
Tarih kokan eski evler, dili yoktur konuşur
Ecdadını özleyenler, anılarda buluşur
Kurtlar, kuşlar, börtü, böcek, iç içe geçmiş dünya
Burada yaşamak huzur, gözle görülen rüya
Misafiri çok severler, ocakta pişer aşı
İkramda kusur edilmez, asla fark etmez yaşı
Yüzyıllardır köyler mesken ormanda vahşi yaşam
Hain çıkmaz içinden, Allah bir, inkâr haşam
Harama el uzatmayız, kul’a etmeyiz kulluk
Yaradan aç bırakmasın, bize hazine pulluk
Kışları çok soğuk olur, kar yağar lapa lapa
Soğuklar bırakıp gider, yapılır bostan çapa
Baharda çiçekler açar, miski amber havası
Yazın cennetten bir köşe, unutur insan yası
Arazya, herkes geçici, kıyamete dek varsın
Seninle geçen her anım, hayatımdaki kârsın
Kayı boyundan gelmişiz, saf ve masum kalmışız
Her türlü fitneden uzak, vatan aşkına dalmışız
Kıvrılarak çıkar yolun, yokuşlar basak basak
Komşu komşunun bekçisi endişe etmek yasak
Derelerde sular çağlar, ses beni dinlendirir
Seyretmeye doyum olmaz, bülbülü dillendirir
Kötüye güç yetmez, lakin iyiye büyük paha
Dağlar üstünde gizlenmiş, şahane eşsiz vaha
Çeşit çeşit ağaçlarla, tabiat sessiz derya
Vatana ihanet eden Müslüman değil parya
Çok sevsek de sevilsek de, ecel gelince hazan
Ahirete göçsek bile, beş kez okunsun ezan
Mü’minleri davet eder, nağme salar minare
Şefaat Muhammed deriz, cami neden virane
Ey saçağı göçmüş bina, her hal ölmüşsün sende
Ben baki miyim dünyada, can kalmaz bir gün tende
Bırakıp gidene inat, ihtişamın kalesi
Sen mağrur ol, onlar döksün, gözyaşı şelalesi
Yaşam vazgeçilmez sevda, ölümle düşer başım
Sağ olan dostlarım diksin, kabrime baki taşım
Mala, mülk’e tamah bitmez, kim kalmış ki ölümsüz
Tabuta bindirilecekler, olsan dahi gönülsüz
Gurbette hasretin çektim, ne kadar övsem az ya
Bağrında dursun naaşım, payidar kal arazya.
ALİ KORKMAZ