Nefes almak, sorumluluktur. Nefes almak, insana yük yükler. Bundan dolayı Müslüman, hayatında doğduğu andan son nefesine kadar sınırları Allah ve Rasulü tarafından belli olan bir hayat yaşamak zorundadır. Dünyada sahip olunan her bir kimliğin belli bir rolü vardır ve her kimlik sahibi, rollerinin gereğini yaşamakla mükelleftir. İnanç açısından ele aldığımızda da insan kimliğini hangi inanca göre yaşıyorsa ona uygun yaşamak zorundadır. Her yapılan davranış, her söylenilen söz herkese yakışmaz. Her ne kadar insan kendisini “mükemmelmiş gibi” yaşıyor zannetse de kişinin imanı neyse başka bir ifade ile kalbinde olan dünyaya yansıyacaktır.
O zaman imanlı bir kişi mümin olarak yaşamak zorundadır. Peki mümin olarak yaşamak nedir/nasıldır? Mümin olarak yaşamak, kişinin Allah’ın emir ve yasaklarına dikkat edip çaba sarf ederek yaşamak zorunda olduğunun bilincine varmaktır. İman, kişinin hayatına yansıması gereken bir vasıftır. Bir kalpte iman ve küfür aynı anda bulunmaz, bulunmamalı. Bu sebeple insan bir davranışta bulunmadan, bir söz söylemeden önce “acaba bu benim imanıma yakışır mı?” diye kendisine sormak zorunda olduğunu asla unutmamalıdır. Ayrıca insan kendisinin sahip olduğu nimeti yani imanı fark etmek zorundadır. Zira iman zenginliğini fark etmeden neyi yapması veya yapmaması gerektiğini anlamayacaktır. İmanın kula bahşedilmiş bir nimet olduğunu görmezden gelerek yaşayan kişi, hiç şüphesiz küfre sapacak davranışları yapmamazlık etmeyecektir.
Cenab-ı Allah; hayatını mümin sıfatının gereğini yaparak yaşayanlar için şu müjdeyi vermektedir: “Kim ahireti isterse ve mümin olarak kendine yaraşır bir çaba ile onun için çalışırsa, öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.” (İsrâ 17/19) Bu ayet, müminin hayat nizamında ona rehber olacak düsturu barındırır. Öncelikle mümin nasıl yaşamalı, yaşarken ve öldükten sonra neyi ve nereyi istediğini düşünmek zorundadır. Fani olan dünya mı önemli bâki olan ahiret mi önemli? Dünyada elde ettikleri mi ahirette kazanacakları mı? Bir müslüman, dünyasını öyle bir şekilde yaşamak zorunda olduğunu hatırlayarak ahiretini mamur etmekle meşgul olmalıdır. Kendi imanı ve kendi müslümanlığıyla meşgul olmadıkça yani kendisini bilmedikçe yaptıkları asla ona fayda sağlamayacaktır. İkinci olarak “mümine yaraşır şekilde yaşamak” konusu önemlidir. İnsan, bir şey mümine yaraşmayacaksa onu yapmaktan ve söylemekten uzak durmak zorunda olduğunu hatırında tutarak dünya serüvenini bitirmekle uğraşmalı ve gayret etmelidir. İnsan her sözü, her davranışı kendisine yakıştırırsa o zaman imanına zarar verdiğini görmezden gelerek nefes almaya devam edecektir. Mesela bir mümin küfrediyorsa o yaptığının kendisine yakışıp yakışmadığını bilmesi gerekir. Bir mümin başkasını aldatıyorsa, kandırıyorsa, yalan söylüyorsa, kıskançlık sergiliyorsa bunların bir mümine yaraşıp yaraşmadığını düşünmesi gerekir. Mesela çalışması gerektiği zamanda tembellik yapıyorsa böyle mümin olup olunmayacağını sorgulaması gerekir. Mesela işini yalan-yanlış yapıyorsa, güzel iş yapmaktan kaçınıyorsa böyle bir imanın olup olmayacağını düşünmek zorundadır. İnsan, öncelikle insana sonra müslümana yakışmayan her davranıştan kaçınması gerektiğini bilerek hareket etmekle mükelleftir. Nefsinin heva ve hevesine düşerek hayat yaşayanlar, maalesef ki boşa yaşadıklarını görmemektedirler. İnsanın tekamül seyrinde olması ve doğduğu günkü gibi kalmadan Allah’ın istediği bir insan ve mümin olmayı başarması için “çaba” göstermesi ve bu çabanın mümine yaraşır bir çaba olması elzemdir.
“Erkek veya kadın, mümin olarak kim iyi amel işlerse, onu mutlaka güzel bir hayat ile yaşatırız. Ve mükafatlarını elbette yapmakta olduklarının en güzeli ile veririz.” (Nahl 16/97) Bu ayetten de şunu öğreniyoruz ki mümin olarak iyi amel yapma şartı vardır. İmansız veya mümine yakışmayan durum ve düşüncelerden, eylemlerden zuhur eden davranışlar salih amel olmayacaktır. Ve daha da ötesi güzel hayat yaşamak istemeyenler iyi ve güzel işler yapmayacaklardır. Dünyada en güzeli elde etmenin yolu da iyi ve faydalı güzel işler yapmaktan geçmektedir. İnsan sadece ve sadece kendi yaptıklarının karşılığını alacaktır. Zaten bundan dolayı da başkalarına yaptıkları her şey de kişinin kendisine yaptığından başkası değil midir?
“Erkek olsun, kadın olsun her kim iman etmiş olarak dünya ve ahiret için yararlı iyi işler yaparsa işte onlar da cennete girerler ve zerre kadar haksızlığa uğratılmazlar.” (Nisâ 4/124) Yine başka bir konuya daha dikkat çekmek istiyorum. Erkek veya kadın olarak her iki cinsin de iman etmiş olarak yararlı işler yapması emredilmekte. Kimsenin kimsenin yerine bir şey yapma durumu yoktur. Ve yapılan ve söylenilen her şey, hem dünya hem ahiret için gerekli. Herkes kendi yaptığından ve yapacağından sorumlu olacaktır. Dikkat çeken diğer bir konu ise yapılan davranışın hem dünyada hem de ahirete yarar sağlamış olması. O zaman insan kendisine veya başkasına fayda sağlamayacak bir durumdan, bir sözden, bir davranıştan kısacası hayatının içerisinde imzasını attığı her bir olumsuz konudan kaçınmak için elinden geleni yapması gerektiğini aklından çıkaramaz.
Bütün ayetlerde dikkat çeken en temel unsur, her işin ve sözün mümine yaraşır olması gereğidir. Her gösterilen çaba, yararlı olan bir şey içinse asla zayi olmayacaktır. Çabası gayreti olmayan istediğini elde edemeyecektir. Bu durum, ayet ile sabittir: “Bu durumda her kim mümin olarak dünya ve ahiret için yararlı işler yaparsa çabası asla inkar edilmez, biz onu yazmaktayız.” (Enbiya 21/94)
Şimdi can alıcı soruya gelmek zorundayız: Kişi mümin olduğunun farkında mı? Veya yaptıklarının mümine yakışıp yakışmadığının farkına varacak mı? İnsan hata yapa yapa olgunlaşır ama yaptıklarını hata olarak kabul edip geri dönmeyi başarabilirse. Kabul etmediği takdirde mümin kimliğine zarar getirir ama farkına dahi varamaz. İnsan her aldığı nefeste, her söylediği sözde, her davranışında “bu mümine yakışır mı?” diye kendisine sormak zorunda olduğunu düşünerek yaşamak zorunda. Dünya, mümine yakışmayan sözlere ve eylemlere ev sahipliği yaparken insan Allah’ın bundan razı olup olmayacağını düşünerek mi yaşıyor acaba?