Kastamonu

Kastamonu'nun Evliyaları: Benli Sultan

Doğum ve ölüm tarihleri bilinmemekle birlikte hakkında anlatılan menkıbelerden hareketle XVI. asrın başlarında yaşamış olduğu kabul edilen Benli Sultan’ın adı etrafında oluşturulan etki halesi oldukça geniştir.

Abone Ol

Külliyesi Kastamonu’ya 27 km uzaklıkta Ilgaz Dağı’nın eteklerindeki Ahlat Köyü’nün Benli Sultan mahallesindedir. Cami, mutfak, misafirhane ve türbeden müteşekkil yapılar topluluğunun Yavuz Sultan Selim (1512-1520) döneminde ve muhtemelen onun emriyle inşa edilmiş olduğu kabul edilir. Külliyenin bir yangın geçirdiğini, önce Şeyh Şani Efendi, daha sonra da Şeyh Nureddin Efendi tarafından tamir gördüğünü ve 1994’te de Vakıflar Genel Müdürlüğü tarafından restore edilmiş olduğunu öğreniyoruz.

Türbesinde sekiz ve ön tarafta üç olmak üzere on bir sanduka vardır. Kıble tarafında en başta bulunan sanduka Nakşibendi şeyhi Mehmet Muhyiddin Efendi‘ye aittir. Yanağında büyükçe bir ben bulunduğu için Benli Sultan lakabıyla meşhur olan Mehmet Muhyiddin Efendi’nin Tosya’dan, Sivas’tan veya aynı köyden ya da bir başka köyden gelip buraya yerleştiğine inanılır. 1500 yılları başında buraya gelerek II. Bayezid, Yavuz Sultan Selim dönemleri ile Kanuni’nin saltanat yılları başına kadar yaşadığı söylenmektedir. Hz. Pir Şeyh Şa’ban-ı Veli (1500-1570) döneminde yaşamış ve menkıbelere göre onunla yakın münasebet içinde olmuştur. Halkın dini ve tasavvufi açıdan eğitilmesine çok büyük katkıları olur ve hatta Kanuni döneminin meşhur vaizlerinden Kastamonulu Şeyh Muharrem Efendi’nin onun müritlerinden biri olduğu ileri sürülür.

Necati Kertiş, çalışmasında şunları kaydeder. ‚ Şakaik-i Numaniye’de bu zattan bahsedilirken ‘Namus-u Ekber ve tâvus-u ahdar gibi mele-i alada (büyük ve ileri gelen meleklerin toplandığı yer) mekan bulur idi. Erbab-ı kulub ve ashab-ı mükâşefeden idi. Sırlara, hafızalara ve gözlere vâkıf idi.’ diye öv(ül)mektedir.‛ Ballıkzade Mahir Efendi, türbeyi ziyaretleri esnasında Benli Sultan hakkında şu şiiri söyler: “Bu dergah-ı muallâ Kabe-i erbab-ı irfandır “Asa suyu ferevandır(fer u an) ona yok gerçi söz amma Olanlar bende elbet mazhar-ı altaf-ı sûbhandır ” Anı icra eden bu kutb-i alem Benli Sultandır” “Bu ali zirve-i İlgaz o Sultan-ı keremkân “Sakın etme tereddüt feyz-i imdadında ey zâir Uluvv-i kadimi temsil eder gaye ki bir handır” Büyük küçük âna halk-ı vilayet cümle kurbandır”

Birkaç nesil boyunca Benli Sultan Külliyesinde hizmet yapmış bulunan Karagöz ailesinden Adil Karagöz’ün kaleme almış olduğu kitapçıktan edindiğimiz bilgilere göre, yayla köyü özelliği gösteren köydeki aile sayısı yazları 20 civarında olmaktadır. Benli Sultan’ın Şeyh Şaban-ı Veli’den beş altı yıl önce vefat etmiş olduğu kabul edilir. Külliyeyi oluşturan yapılardan aşevi 1990’larda yapılmış olup Hasip Yılanlıoğlu Aşevi adını almaktadır.

Menkıbeleri 

Ilgaz Dağındaki Hacıbakiler köyünden birisi, Hac görevini yerine getirmek üzere Hicaz’a gider. Fakat orada her nasılsa kervanını kaçırır. Şaşkın ve üzgün şekilde dolaşırken bir adam niçin böyle dertli olduğunu sorar.
-Ben Kastamonu’dan Hacc için geldim. Kervanımı kaçırdım, burada kaldım. Memleketimde çoluk çocuk beni beklerler, ne yapacağımı şaşırdım, der. Adam ona, ‚sen falanca mescide git. Oraya yüzünde büyükçe beni olan bir kimse gelecektir. Ona durumunu anlat ve seni memleketine götürmesini rica et. Her ne kadar reddederse de ısrar edip elini bırakma‛, der. Tarif edilen mescide giden hacı, yüzü benli kimseyi beklemeye koyulur. Sonunda o zat gelip namazını kılar. Ilgazlı hacı da yaklaşarak durumunu anlatır ve ‚beni memleketime kavuşturmanın çaresi sizdeymiş‛, der. Yüzü benli zat, ‚Yanlış gelmişsin. Bizde öyle bir hal ve durum yoktur‛, der. Ilgazlı hacı yine kederli şekilde oralarda vakit geçirirken daha önce hatırını soran kimseyle tekrar karşılaşır.
-Sen gitmedin mi hala, ne dolaşıyorsun buralarda, diye sorar.
-O dediğiniz yüzü benli zatı buldum. Halimi anlattım. Sen yanlış adama gelmişsin diye karşılık verdi, der Ilgazlı.
-Sen yine ona git, der adam.Benim çarem sizdeymiş de. O ne derse desin, elini tut ve bırakma. Yoksa o da memleketine giderse, ondan da mahrum kalırsın. Ilgazlı hacı bu defa denileni yapar ve Benli zatın elini bırakmaz. Israrla, ‚beni köyüme ulaştır‛, diye yalvarır. Sonunda benli kişi:
-Peki, gözünü yum, ben seslenmeden de açma, der. Gözünü yumup biraz sonra açtığında hacı kendisini Ilgaz Dağının doruğunda Hacettepe denilen yerde bulur. Benli zat, ‚burası neresi‛ diye sorar. -Burası benim memleketim. Ilgaz Dağının doruğu, Hacettepesi, der hacı sevinçle.
-Peki köyün nerede? Adam eliyle Hacıbakiler köyünü işaret ederek, ‚işte burası. Artık sizi bırakmam. Ben bulacağımı buldum‛, der.
-Peki öyleyse burada kalalım, diyerek bu günkü Benli Sultan denilen yere yerleşirler. Ilgazlı hacının Demirci Mehmet Efendi olduğu söylenir. Günün birinde Mehmet Efendi Benli Sultan’da bir inşaat olduğunu duyar ve çalışmak için vardığında kendisini Hacc’dan getiren Benli Sultan’ı karşısında görür. Orada çalışmaya başlayarak bütün arazilerini dergaha vakfeder.

Bir başka menkıbe de şöyledir. Benli Sultan, döneminde yaşayan iki veli arkadaşı ile Hacettepesi olarak bilinen yere çıkarlar. Aralarında anlaşırlar, üçü de ellerine birer taş alıp onu atacaktır. Attıkları taş nereye düşerse oraya yerleşecek, orada irşad görevi yürüteceklerdir. Benli Sultan eline aldığı taşı fırlatır ve taş 15-20 km. mesafede bugün Benli Sultan köyü olarak anılan yere düşer. Bu durum Benli Sultan ilahisinde de geçer: Hacet‟ten taşını attı Yerine türbesin yaptı Şeyh Şani mamur etti, Yaa Allah der Şeyh Şani Hemen Hu der dervişleri Benli Sultan’ın yerleşmek için seçtiği yerin kervan yolu üzerinde olduğu anlatılır ve denilir ki, külliyesini kurduktan sonra kervanlarla gelen yolcuları burada ücretsiz misafir eder, bu arada irşad hizmetlerini yürütürmüş.

Bir menkıbe de külliyenin inşaı sırasında ustalarla ilgilidir. Benli Sultan pek varlıklı biri değildir. Çalışan ustalar nasıl ücret alacaklarını merak ederler. Yaptıkları takip sonucunda Benli Sultan’ın bir taşın altından aldığı altınlardan kendilerine verdiğini anlarlar. Bu durum karşısında bir plan yaparlar. Neden bu parayı almayalım diye düşünerek, Benli Sultan’ın olmadığı bir zamanda, taşı kaldırırlar fakat gördükleri karşısında şoka uğrarlar. Taşın altında yılanlardan başka bir şey yoktur. Bu menkıbede taşın yerini bazen eşik tahtası alır.

Ziyaretçilerle ilgili anlatılan bir menkıbe de şöyledir. Birisi; ‚Benli SultanBenli Sultanım diyorsun, göster kendini‛. O kişi böyle söyledikten sonra kapıdan girememiş, yanındaki kişi rahatlıkla kapıdan geçmiş. 1980’li yıllarda kendisinin derviş olduğunu söyleyen yaşlı biri gelerek burada iki yıl kalır. Caminin bir bölümünde ikamet eder. Türbe için aldığı fenerlerde, o sıralarda elektrik olmadığı için mum yakar. Yangına sebep olacağı için ikaz edildiği halde derviş yine bildiği gibi hareket eder. Sonunda bir gece yangın çıkar ve kendiliğinden söner. Ama durum oldukça şaşırtıcıdır. Benli Sultan’ın sandukası üzerindeki ayetler yazılı kumaşın kenarları yandığı halde, yazı olan kısım yanmamıştır.

Vakıf kayıtlarına göre, zaviyenin mal varlığının bir kısmı olan Eceoğlu köyündeki on bir parça tarla ile bir değirmen arsasının toplam geliri 1952 yılı hesap cetvelinde 90 lira olarak tespit edilir. Tosya’da ikamet eden Ġmambeşe zade Salih Paşa kızı Fatma Hanım da 1301 tarihli vakfiye ile Kuzyaka Seremettin köyündeki beş gözlü değirmen ile bir adet bahçesini vakfeder. Ayrıca Benli Sultan ve Hamal köylerinde de vakıf arazileri mevcuttur. 1317 tarihli vakıf tahrir defterinden anlaşıldığına göre dergahın aydınlatılmasında kullanılan zeytinyağı ve mum, Ġstanbul Hamidiye ambarından gönderilmektedir. Bu tarihten sonra ise senelik 20 okka zeytinyağı ile beş okka mumun bedeli olan yüz otuz dört kuruşun mahalline gönderilmesine karar verilmiş ve malzeme Kastamonu’dan alınmıştır.

Benli Sultan Dergahı Şeyhleri 

Adil Karagöz’ün kaleme almış olduğu Benli Sultan Külliyesi adlı kitapçıkta Şeyh Şanı Efendi’nin 19. Yüzyılda yaşamış olduğundan bahisle külliyeye büyük hizmeti geçtiğinden söz edilir. Onun 1842 ile 1882 tarihleri arasında zaviyede şeyhlik yapmış olduğundan, bu süre içersinde zaviyeyi mamur hale getirdiğinden başka ziyaretçileri ağırlaması ve ruh hastalarını tedavi etmesiyle de şöhret sahibi olduğu anlatılır. Vefatıyla birlikte 1888 yılında büyük oğlu Hafız Mehmed Şadi Efendi dergaha şeyh olur ve 22 yıl sonra yerini 1910 yılında oğlu Hafız Mehmed Nuri Efendi’ye bırakır.

Ahmet Yaşar Zengin ‘Kastamonu Evliyaları’ adlı kitabında ise Şeyh Şanı Efendi’den söz ederken, onun Kastamonulu olup ilk tahsilini Kastamonu’da yaptığını anlatır. Benli Sultan Dergahı’nın şeyhliğini deruhte etmek üzere Kastamonu’da Halidiyye şeyhi Ahmet Ziyaeddin Efendi’den (Ahmed Siyahi Hazretleri) icazet alarak Nakşi tarikatı üzerine toplantılar düzenlediği ifade edilir. Eline geçen bütün serveti külliyenin tamir ve bakımına sarfettiği ilave edilir.

Bayrami şeyhi Ahmed Ziyaeddin Efendi (1864-1946) de Abdulkerim Abdulkadiroğlu’nun ‘Kastamonu’da Bayramilik ve Şemsizade Ailesi’ adlı kitabında belirttiği üzere, Mehmed Nureddin Efendi’ye icazet vermiştir. Nasrullah Camiinin baş imam hatibi Hacı Nureddin Karasu (1885-1953) Benli Sultan Dergahının son Halidi şeyhi olarak icazeti Ahmed Ziyaeddin Efendiden aldığında henüz 25 yaşındadır.z

Kastamonu’da Ferhad Paşa Camii haziresinde medfun olan babası Şeyh Şadi Efendinin yerini oğluna bıraktığı tarih 1910 senesidir.

Abdulkerim Abdulkadiroğlu’nun Altınoluk dergisine yazmış olduğu ‘Hâtıralarımdaki Hocaefendiler’ başlıklı yazısında Benli Sultan Dergahının Halidi şeyhi Hacı Nureddin Karasu’dan şöyle bahseder. ‚Çocukluğumda bu camide iki imam vardı. İkisi de aynı zamanda şeyh idiler. Başimam Hacı Nureddin Efendi, ya da Benli Sultan Şeyhi’ne Büyük Şeyh; ikinci imam Abdülhadi Efendi’ye Küçük Şeyh denirdi. Cuma ve bayram namazlarını başimam kıldırırdı. Fizikî olarak da Hacı Nureddin Efendi mülehham, oldukça iri yarı; Abdülhadi Efendi ise ufak yapılı idi. Belki de büyük küçük ayırımında bu fizikî görünümün de tesiri vardı. Nureddin Efendi’nin aile künyeleri Karabeyoğlu iken soyisim kanunu uygulanması esnasında Karasu olarak değiştirilmiştir.

Benli Sultan Türbesi’ne girerken soldaki lahidin sahibi Şeyh Şânî Efendinin torunudur. Babası ise 1856 yılında doğmuş olan Şeyh Mehmed Şâdî Efendi’dir ve bu zât Kastamonu İl merkezinde kâin Ferhad Paşa Camii avlusunda medfûndur. Nureddin Efendi’nin tahsil hayatı hakkında detaylı bilgimiz bulunmamakla birlikte, gözünü açtığı ve şeyhliğe kadar yükseldiği bu irfan yuvasında çok iyi bir seviyeye gelebilmiş olmalı ki, tekke ve zaviyelerin kapatılmasından sonra Kastamonu’nun en büyük merkezî camii olan Nasrullah Camii imamlığına tayin edilmiştir. 1942 yılında bir süre İstanbul/Üsküdar’da Nuhkuyusu Camii de denen Cevri Usta Camii imamlığında da bulunup II. Cihan harbinin başlamasıyla Kastamonu’ya dönmüş ve tekrar Nasrullah Camii’nde görevine başlamış; 1951 yılına kadar da bu görevini sürdürmüştür. İsteği ile, eskiden Beyoğlu, halen Beşiktaş Müftülüğü’ne bağlı Küçük Mecidiye Camii imam-hatipliğine görevini nakleden Nureddin Efendi 5 Kasım 1953 günü ikindi vakti camide rûhunu teslim etmiş; 6 Kasım 1953 günü defnedilmiştir. Bu vesile ile merhumun iki vasiyetinden söz etmek icap edecektir. Vasıyyeti üzerine cenazesini dönemin Beyoğlu Müftü Muavini (eski ifadesiyle müsevvidi) kimyager Fuat Çamdibi Hocaefendi yıkamış, Beşiktaş Sinan Paşa Camiinden kaldırılmış; keza vasıyyeti üzerine Karaca Ahmed Kabristanı 8. Adada medfun bulunan (caminin olduğu ada, sol arkası), Trikopisi esir alan Dadaylı Kurmay Albay Halid Akmansü merhûmun yanına defnedilmiş; daha sonra buranın kaldırılacağı söylentileri üzerine, 10. Adadaki (türbenin bulunduğu ada, türbenin 20 metre kadar arkasında) nakl-i kubûr yapılmıştır. Halid Akmansü merhûmun nâşı da Ankara Devlet Mezarlığına nakledilmiştir. Kırk sene sonra Halid Bey’in mezarının nakledilmesi, yıllar öncesinde yapılan işteki isabeti göstermektedir. Hacı Nureddin Efendi âlim, fâzıl bir zât idi. O günün şartlarında hemen herkes hâfız olduğundan, ayrıca onun hâfızlığından söz etmeye lüzum kalmıyor. Hoş bir sîması vardı, insana güven verirdi. Şeyh Efendi’nin Kastamonu’daki evi, Abdulkerim Abdulkadiroğlu’nun da evlerinin önünden geçen cadde üzerinde, tahminen 200 metre kadar yukarıdadır. Halen yerinde beton yığını bulunan bu evin altında fırın vardır ve sıcak ekmek çıktığında güzelim kokusu etrafa yayılmaktadır. Şeyh Efendi günde en az iki, hatta üç defa buradan gelip geçer, cami-ev arasında gidip gelirdi. İşte bu geçişlerde burnuna taze ekmek kokusu ulaştığında durur ve bütün gücüyle kokuyu içine çeker, akabinde el-Hamdüli’llah derdi. Denirdi ki, “Hocaefendi rahatsızlığı sebebiyle ekmek yemiyor, kokusunu hissedebildiği için de Allah’a hamd ediyor..” Torunu Turhan Karasu Bey de bu söylenenleri doğrular mahiyette tamamlayıcı bilgiler veriyor ve “…Eskiden beri midesinden rahatsız idi. 1953 yılında liseyi bitirince Ġstanbul’a yanına gittim. Küçük Mecidiye Camii avlusu içindeki meşrûtasında kalıyordu. Mide kanaması geçirdi, iyileşir gibi oldu. Daha sonra tekrarladı. Muhtemelen mide kanseri idi. Bir keresinde kırk senedir pastırma vesaire yemiyorum, buna rağmen neden böyle oluyor, anlamıyorum demişti”, diyor.

İlginizi Çekebilir  Aşıklı Sultan

1943/1944 yıllarında merkez üssü Tosya ve il merkezi Kastamonu olan, Tosya’yı nerede ise tamamen yıkan deprem esnasında halk çadırlara taşınmıştır. Artçı depremler sık aralıklarla olmaktadır. Bir öğle namazında cami ağzına kadar doludur. Hacı Nureddin Efendi nöbetçi imamdır. Farza durulur. Daha birinci rek’atta iken sallanmaya başlar ve kısa aralıklarla arka arkaya sallanır. Cemaat panik içinde camiyi terkeder. Hocaefendi depremi duymamıştır. Cemaat kendisini merak etmektedir. Dışarıda, camiin pencerelerin dibine dizilmişler, içeriye bakmaktadırlar. Hocaefendi, hiç bir değişiklik ve telaş göstermeden ve her zamanki gibi huşû içinde farzı bitirir, selâm verir; son sünneti de kılar. Tesbîhat ve duâsını yaptıktan sonra mihraptan doğrulur, vekar içinde, ağır adımlarla camiden çıkarak cemaatin arasına katılır. Muhtemelen depremi ve cemaatin telaşla dışarıya çıkmalarını hissetmemiştir.

20. yüzyılın ilk çeyreği biterken Benli Sultan Külliyesinin bakımını Karagöz ailesi üstlenir. Bazıları kadrolu bazıları fahri olmak üzere hizmeti geçenler arasında Ahmet Efendi, Şaban Karagöz, Hüseyin Karagöz, Muzaffer Karagöz ve Muammer Karagöz sayılabilir. Kitapçıkta anlatılan menkıbelerden bazıları da şöyledir.

(Kaynak; Kastamonu Evliyaları, Abdülhalim Durma)