Birinci bölümde sarımsağın tarihsel süreç içerisinde çeşitli uygarlıklardaki önemine değinmiş, en son olarak da ölümsüzlük arayışındaki yeri ve mitolojik olarak ilk sarımsak bitkisinin yeşerme öyküsünü anlatmıştık. Şimdi kaldığımız yerden devam edelim.
Çağlar boyunca birçok uygarlığın beşiği olan bu topraklarda günümüzde bile hâlâ yaşamaya devam eden sayısız halk inanışı ve öyküsü vardır.
İşte bunlardan birisi de ünlü söylence kişisi Lokman Hekim'dir.
Halk ozanlarımızın bile türkülerde "Lokman hekim gelse, yaram azdırır" dediklerini sanırım çoğumuz duymuşuzdur.
Gelin şimdi bu hikâyeye biraz, daha yakından bakalım.
Lokman Hekim herkesin sevdiği, saydığı ulu bir bilgindir. Doktorların doktoru diye anılır. Gece gündüz, yağmur çamur demeden kim hastalanırsa yardımına koşarmış. Kalan zamanlarında da ilaç yapmakla uğraşırmış.
Zamanla tüm hastalıkları iyileştirdiği halde ölüme karşı bir çare bulamayışı çok canını sıkar olmuş. Giderek daha da bir hırslanıp "ölümü yeneceğim" diyerek arayışlarını arttırmış. "Bir yerlerde bunun da otu mutlaka olmalı, onu bulup ilacını yapacağım" inancı ve motivasyonuyla çalışır dururmuş.
Yine bir gün açar kara kaplı defterini. Defterin dört yerinde ölümsüzlük otundan bahsedilmektedir. Tüm yazılanları okur ve o otu bulmak için düşer yine yollara.
Doğadaki her bitkiyi iyi tanıdığı için, hangisinin hangi hastalığa iyi geleceğini çok iyi bilmektedir.
Böylece dağ, dere, tepe dolaşır durur. Yolu Adana dolaylarına, Çukurova'ya kadar gelir. Artık iyice yorulmuştur. Bitkin bir halde bir ağacın altına uzanır. Tam o sırada bir ses duyar. Etrafına iyice bakınmasına rağmen hiçbir şey göremez. Tam rüzgardır herhalde diye düşünmeye başlarken aynı sesi yeniden duyar.
Etrafına daha dikkatle bakmaya başlar ve biraz uzağında hiç tanımadığı bir otu fark eder.
Ot, "Ben Ölümsüzlük Otuyum Beni Al ve Yapraklarımdan İlaç Yap" demektedir. Telaşla hemen bitkiyi koparıp, torbasına kara kaplı kitabın arasına koyar ve dönüş için yola koyulur. Bu sırada her şeyi gören tanrı onun bu otu kopardığını da görmüştür. Ama tanrı insanların ölümsüz olmasını istememektedir. Bu yüzden baş meleklerinden birini Lokman Hekimin yanına göndererek o otu yok etmesini ister. Dönüş yolunda olan Lokman Hekim ise bu sırada Ceyhan nehri üzerindeki Misis köprüsünde durmuş ve akan suya bakmaktadır.
Melek usulca Lokman Hekimin yanına yaklaşır ama kim olduğunu söylemez.
O söylemez ama ünlü hekim gelenin kim olduğunu anlamıştır. Zaten baş melek te onun kuvvetli sezgilerini bildiğinden bir an önce otu alıp kaçmak ister.
Bu amaçla deftere doğru ani bir hamle yapar ve o esnada Lokman Hekimin de vermek istemeyişi nedeniyle meydana gelen karmaşada defterin sayfaları dağılır ve Ceyhan nehrine uçuşur gider.
Bu arada ölümsüzlük otu da suya düşmüştür.
Bu söylencenin birkaç değişik anlatım biçimleri vardır. Burada sadece ortaklaşmış yönleriyle bir anlatım yapılmıştır. Devamıyla ilgili anlatılanları ise şöyle özetlemeye çalışalım. Buna göre tanrı Lokman Hekim'e ölüm cezası vermiştir. Ancak "yedi kartalın ömrü kadar yeryüzünde kalacaksın" der. Lokman'da bu yüzden yumurtadan çıkan kartalları sırasıyla yanına alıp, onları uzun süre yaşatmaya çalışır. Fakat ölümlerini engelleyemez.
Zaman geçip de yedinci kartala sıra geldiğinde Lokman Hekim bu kuşa uzun süre anlamına gelen "LÜBET" adını verir. Fakat her yanı aramasına rağmen bu kuşu bulamaz. Sonunda onu ölmek üzere iken bir derenin dibinde bulur.
Ne kadar çaba gösterse de onu yaşatmayı başaramaz ve kartalın ardından Lokman Hekim de gözlerini son kez kapatır.
Berga'malı Sağlık Tanrısı Asklepios'un başına gelenler bu kez de Adana, Çukurova'da Lokman Hekimin başına gelmiştir. Bu ünlü hekimbaşının yattığına inanılan bir mezar yeri Tarsus'ta türbe olarak çokça rağbet görmektedir. Yöre halkı ona sevgi ve saygı göstermeye devam etmektedir.
Ancak Lokman Hekim söylencesi halkımız tarafından öylesine sevilmiştir ki Anadolu'nun pek çok yerinde türbesi olduğuna inanılan mekân / yer vardır.
(Bilgi Şehrazat Karagöz'ün "Dolu Dolu Anadolu" kitabından özetlenerek anlatılmıştır. Doğan Kardeş Kitaplığı)
Kahramanmaraş’ta Bulunan 2.800 Yıllık Sarımsak Taneleri.
Sarımsağın tarihi ve Anadolu ile ilişkisini anlatırken şu bilgiyi de eklemeden geçmeyelim. Anadolu Ajansının 23 Ağustos 2024 tarihli bir haberine göre Kahramanmaraş’ın Afşin ilçesini Tanır Mahallesinde bulunan Yassı Höyük’te, Ahi Evran Üniversitesi Dr. Öğr. Üyesi Elif Baştürk başkanlığında yapılan kazı çalışmaları sırasında nohut ve buğday kalıntılarının yanı sıra, üzüm çekirdekleri, kabukları üzerinde kurumuş üzüm taneleri, kayısı çekirdekleri ve sarımsak taneleri çıkmış. Hem de toplam 21 kğ civarında.
Kazı başkanına göre bu buluntular yaklaşık 2.800 yıllık ve Geç Demir Çağı, literatürde "Akhaemenid (Pers İmparatorluğu) dönemi" olarak adlandırılan yapılarla bağlantılı buluntularda çıkmış.
SARIMSAK ÜSTÜNE ÇEŞİTLEMELER
Sarımsak hakkında anlatılan daha pek çok tarihsel söylence bulmak mümkün ama burada hepsine yer vermemiz imkânsız. Öte yanda sarımsak hakkında dilimizde üretilmiş o kadar çok atasözümüz var ki işte onlardan birkaçı. (*)
ATASÖZLERİMİZDE SARIMSAK.
- - Sarımsağı gelin etmişler kırk gün kokusu çıkmamış.
- - Anası sarımsak, babası soğan. Ne olur ondan doğan?
- - Sirkesini sarımsağını sayan paçayı yiyemez.
- - Sarımsak da acı, amma evde lazım bir dişi.
- - Sarımsak içli dışlı, soğan yalnız başlı.
- - Sarımsakla soğanı evlendirmişler, kırk gün kokusu çıkmamış...
- - Sofu soğan yemez, bulunca sapını komaz.
- - Her sarımsak yiyene, nefesi olur tanık! (MEVLÂNA)
-
En son sözü Mevlana’dan aktarmışken gelin onun anlattığı kıssadan hisse çıkarılacak bir hikâyeye kısaca değinelim.
“SARIMSAK TARLASINI İKİ TOKATA SATMAYAN DOST”
Genç adamın biri babasına bir gün; “'Benim de dostlarım var, sendeki dost gibi' demiş. Baba itiraz ederek “olmaz öyle çok dost, hakikisi belki bir, belki iki. Fazlasını bulamazsın” der.
Aralarında bir tartışma başlar ve dostun hakikisini anlamak için bir sınav yapmaya karar verirler. Bir akşam bir koyun keserek koyarlar bir çuvala.
Baba der ki oğluna, “Hadi al bu çuvalı, şimdi götür dostuna'.
Çuvaldan kanlar damlamakta, sanki öldürmüşler de bir adamı, koymuşlar çuvala. Delikanlı sırtlar çuvalı gider en iyi bildiği dostuna, çalar kapısını. O dost bir bakar ki kanlı bir çuval var sırtında. Apar topar hızla kapıyı delikanlının suratına kapatır. Delikanlı tek tek dost bildiği tüm tanıdıklarını dolaşır ama ne çare, hepsinde de sonuç aynıdır.
Evlat içten yıkılmış bir vaziyette geriye döner. Babasına dönerek; “haklıymışsın baba, dost yokmuş bu dünyada ne sana ne de bana” der. Baba “hayır evlat, benim bildiğim bir dostum var. Hadi, çuvalı alda bir kere de ona git”. Genç adam, çuvalı sırtlar tekrar ve yola koyulur. Alnından terler akmakta, çuvaldan ise kanlar damlamakta hala. Gider, varır baba dostuna. Kabul görür, sevinir. O dost, delikanlıyı alır hemen içeri. Geçerler arka bahçeye. Bir çukur kazarlar birlikte ve çuvaldaki koyunu gömerler adam diye. Üzerine de serpiştirirler toprağı ve belli olmasın diye sarımsak dikerler.
Genç adam gelir babasına, “baba, işte dost buymuş”, diye konuşunca babası “'daha erken, o belli olmaz şimdilik” der. “Sen yarın git ona, bir kavga çıkart aranızda o zaman bakalım bir görelim durumu “der. “Hiç çekinmeden ona, iki tokat atacaksın, tamam mı? İşte o zaman anlaşılacak, hakiki dost mu, değil mi? Sonra gel olanları bana anlat”.
Genç adam, ertesi günü gider ve aynen yapar babasının dediğini. Maksadı anlamaktır dostun hakikisini. Babasının dostuna istemeden basar iki tokadı! Tokadı yiyen adam der ki; “Git de söyle babana, biz satmayız sarımsak tarlasını böyle iki tokada!”
İşte size kıssadan hisse. Dost dediğin, sevilecek biri olmadığın zamanlarda bile seni sevmeli. Sarılacak biri olmadığın zamanlarda bile sana sarılmalı...
Dayanılmaz olduğun zamanlarda bile sana dayanmalı...
SARIMSAK MI, SAMIRSAK MI?
Nedir bu işin doğrusu? Taşköprü'de doğup, büyüdüm ama Samırsak diyenini hiç duymadım. Bana çok yabancı bir kelime, hatta itici de geliyor.
Okuduğum tarihi kaynaklarda da hep "SARIMSAK" diye geçer.
Ama gel gelelim ki; BirGün Gazetesi’nde genellikle doğru yazım ve Türkçe üzerine yazılar kaleme alan Atilla Aşut, 26 Mart 2018 tarihli "Dilin Kemiği" isimli köşesinde bir okuyucunun sorusu üzerine bu konuya değinmiş.
Yazara göre doğrusu "Sarmısak"mış. Sarımsak uydurma diyor ama bence yeterince araştırmamış. Sarımsağıyla meşhur ve festivalini bile düzenleyen, ürününün kalitesini dünya çapında tescilleyen Taşköprü'ye hiç kulak vermemiş galiba.
Evet bazı meşhur yazarlar öyle kullanmış kelimeyi ama gelin biraz tarihe bakalım derim.
Mesela; 1933 Kastamonu Ticaret ve Sanayi Odası Yıllığı hiç de öyle düşünmüyor. Ama 1967 yılına gelindiğinde Kastamonu İl Yıllığında "samırsak" olmuş kelime.
Peki GÜZEL TAŞKÖPRÜ'MÜZÜN YAŞAYAN TÜRKÇESİ NE DİYOR ACABA?
Sizlerden katkı bekliyorum.
Taşköprü'de eskiden veya bugünden bu güzel ürünümüz için ne diye bahsediyoruz? Ya da kırsal alan ve köylerimiz ile ilçe merkezi arasında bir şive farkı var mı, bu ürün için. Festivalimizin adı bile SARIMSAK FESTİVALİ.
SON SÖZ YERİNE… Son yıllarda ilçemizde Çin Sarımsağı ekiminin yapıldığı haberlerini üzülerek okumaktayız. En şifa kokan bu bitkimiz için ünlü hekimimiz Yavuz Dizdar şöyle diyor. “Bir baş Çin Sarımsağı bir diş Taşköprü Sarımsağı etmez..." Kıymetini bilelim.
Belki faydalı olur diye son bir bilgi daha aktararak yazımızı tamamlayalım.
Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi (YYÜ) Yaban Hayvanları Koruma ve Rehabilitasyon Merkezi Müdürü Prof. Dr. Lokman Aslan, diyorki; "Eğer vatandaşlar yılandan korkuyorlarsa evlerinin etrafına nohut eksinler. Biyolojik olarak nohut olan yere yılanlar gelmez. Sarımsak asılması gibi şeylere gelmez, yılan kokudan hoşlanmaz. Bunları yaptığımız zaman biyolojik olarak mücadele etmiş oluruz.”
Dostlukla…
(*Daha geniş atasözlerimiz için isteyenler değerli eğitimci hemşerimiz Ali Şahin’in, ve içerisinde sarımsak geçen şiirler için de Barış Canoğul adlı hemşerimizin facebook sayfalarından ulaşabilirler)