Abdal Hasan’ın yaşadığı dönem kesin olarak bilinmemekle birlikte, hakkında anlatılan menkıbeden yola çıkılarak, XV. asrın sonlarıyla XVI. asrın başlarında yaşamış olabileceği tahmin edilmektedir. Esra Yıldız’ın ‘Taşköprü Abdalhasan Köyü ve Türk Devri Mimari Eserleri’ adlı çalışmasından edindiğimiz bilgiye göre, Abdal Hasan’ın, 16. yy. evliyalarından biri olarak kabul etmenin dışında, Kalenderiler zümresine mensup olduğu bilinmektedir. Evliyanın adıyla anılan köyün, muhtemelen yapılan zaviye etrafında gelişerek oluştuğu kabul edilmektedir.
Zekiye Çağımlar çalışmasında, Abdal Hasan hakkında Ahmet Yaşar Zengin’den atıfla şu menkıbeyi nakleder. ‚Zamanında Sultan Beyazıt’ın bir kız çocuğu olur ve bu kız 20 yaşına kadar hiç konuşmaz. Kızının derdine deva bulamayan sultan, çevresindekilerin tavsiyesi üzerine kızını adamlarına teslim ederek Kastamonu’daki Abdal Hasan’a gönderir. Daha kafile köye gelmeden, Abdal Hasan olaylar kendine malum olduğu için, kafileyi köyün girişinde karşılar. ‚Kızım konuş‛, der. Kız ise ‚Selametü’l-insan, fi hıfzı’l-lisan‛ (İnsanın selameti dilini tutmasındadır) der. O günden sonra konuşmaya başlayan sultanın kızı köyden ayrılmayarak oraya yerleşir.
DİA’da Şerafettin Turan’ın kaleme almış olduğu maddede, İbn Kemal’in kaydına göre çocuklarının ve torunlarının sayısı 300’ü aşmış olan Bayezid II’nin (1448-1512) sekiz oğlu ile onbir kızının olduğu, Esra Yıldız’ın çalışmasında M. Çağatay Uluçay’ın, ‘Padişahların Kadınları ve Kızları’, adlı eserinden nakille, “ Aynışah Sultan, Ayşe Sultan, Fatma Sultan, Gevherimülûk Sultan, Hatice Sultan, Hundi Sultan, Hüma Sultan, İlaldı Sultan, Kamer Sultan, Selçuk Sultan, Şah Sultan ve Sultanzade Sultan” olmak üzere toplam on iki kızı olduğu görülmekte ve bunlar arasında Dilsiz Sultan ismine rastlanmamaktadır. Menkıbe açısından ‘Dilsiz Sultan’ adı muhtemelen bir yakıştırma olmalıdır.
Abdal Hasan’ın hakkında anlatılan bir menkıbe de, tevbe kapısını açan hırsızlarla ilgilidir. Köyün halkı oldukça fakirdir. Bir gece hırsızlar gelerek, sadece tek kuzusu olan bir adamın hayvanını çalarlar. Sonra da çaldıkları bu kuzuyu kesip, köye yakın bir mağarada pişirip yemeye başlarlar. O sırada mağaraya üstü başı perişan bir adam gelir, kendisinin de sofraya katılıp katılamayacağını sorar. Hırsızlar onu da aralarına alıp kızarmış kuzudan verirler. Yemeğe başlamadan önce, bu sonradan gelen kişi yemek bitince şükür duası etmek istediğini, bunun için de yemek yenirken kuzunun kemiklerini atmamalarını, bir kenarda toplamalarını söyler. Yemeğin bitiminde, kuzunun sadece bir tarafta toplanmış kemikleri kalmıştır. Mağaraya sonradan gelip yemeğe katılan bu kişi, şükür duası eder ve, ‚Allahım biz eksilttik sen yerine koy‛, der. Birden kemikler canlanıp yeniden kuzu olur ve derhal mağaradan çıkarak doğruca köye gider. Bütün bunları şaşkınlık ve korkuyla seyreden hırsızlar, bu kişinin yörede adı çok bilinen ermiş Abdal Hasan olduğunu anlarlar. Bunun üzerine hırsızlık yapmamaya tövbe eder ve, Abdal Hasan’ın elini öperek iyi insan olmaya söz verirler.
Kastamonu Postası’ndan Cebrail Keleş’in türbe ziyaretinde dikkati çeken hususlar, çevrede bulunan Bizans döneminden kalma mermer sütun başlıkları ile Bizans döneminden kalma bir kilisenin camiye dönüştürülmesi ile ilgili bir rivayettir. Esra Yıldız’ın çalışmasından ise, caminin muhtelif zamanlarda tamir görmüş olduğunu anlıyoruz. Vaktiyle kubbeli olan imaret kısmının günümüzde düz ahşap tavanlı kırma çatıyla örtülü olduğu fotoğraflarından görülüyor. Avlu ortasında yer alan şadırvanda XVI. yüzyıl süslemelerinden burmalı lüleler göze çarpıyor. İlgi çekici bir süsleme de, doğudaki eyvanların arasında benzeri Niksar’daki Çöreğibüyük Camii’nde karşımıza çıkan geyik figürüdür. Bu figürün bir tarikat simgesi olduğu kabul edilir. Yapının giriş kapısı da grift düzeniyle ahşap işçiliğin enfes örneklerinden biri olarak göze çarpar. Tarihlendirme konusunda VGM eski eser fişlerinde 1582 yılına ait bir kayıt ile 1530 yılına ait Muhasebe-i Vilayet-i Anadolu Defteri’nde Abdal Hasan Köyü zaviyesinin ve adının geçmesi ışık tutucu olmaktadır. Muhtelif zamanlarda tamir görmüş olan türbede biri Dilsiz Sultan’a, diğeri Abdal Hasan’a ait olduğu kabul edilen iki ahşap sanduka bulunmaktadır. Türbe çevresindeki hazirede bulunan mezar taşlarından tarihi tespit edilebilenler 1834-1900 yılları arasında yer alır. Türbe ve diğer yapılarda yer alan devşirme malzemenin bolluğu, burada Roma-Bizans varlığının işaretidir.
Çalışmasının sonunda Esra Yıldız’ın varmış olduğu sonuç itibarıyle, eski adı Tutaş olan köy bir Kalenderi dervişi olan Abdal Hasan tarafından kurulmuş, ve buraya devlet tarafından bir külliye inşa ettirilmiştir. İmaret, mescit, hamam ve medreseden oluşan bu yapılar topluluğundan mescit ile medresenin günümüze ulaşamamış olduğu anlaşılıyor.
Türbenin biraz yukarısında ‚Asa Suyu‛ adıyla anılan ve şifalı olduğuna inanılan bir su vardır. Bu isim, Şeyh Şaban-ı Veli’nin Türbesindeki ve Benli Sultan Türbesinin bahçesindeki su için de kullanılmaktadır. Abdal Hasan’ın türbesindeki suyun, cilt hastalıklarına iyi geldiğine ve çeşitli rahatsızlıkları olan kişilerin bu suyla yıkandıktan sonra, rahatsızlıklarından kurtulacaklarına inanılmaktadır. Ayrıca cinli olduğuna inanılan, saralı olan, hamileyken çocuğunu düşüren ya da çocuğu olmayan kadınlar da bu türbeye gelerek dua etmekte ve kısa zamanda dileklerinin gerçekleştiği düşünülmektedir. Ve yine, konuşamayan çocuklara Asa Suyu’Suyu’ndan içirerek onların kısa zamanda konuşacağı kabul edilmektedir.
Kaynak: Evliyalar.net
Hazırlayan: Oğuzhan ERDOĞAN