Artık eminim; kimse nine değil. Ağzı dualı, nur yüzlü, tatlı dilli nineler dönemi bitti. Başörtülü, eli tespihli nineler hatıralarda kaldı. Yeryüzü melekleri dünyadan el etek çekti. Siz ne dersiniz? Bana mı öyle geliyor? Elbette anneannelik ve babaannelik tanım olarak yaşıyor. Torun sahibi her kadın ya anneanne ya babaanne.
Ankara’nın manevi mimarı, gönüller sultanı Hacı Bayram Veli’dir. Türbesi ve adını taşıyan cami, Ankara’nın kalbi Ulus’ta. Hacı Bayram Camii ve çevresi yıllar önce düzenlendi, mezbelelik görüntüden kurtarıldı. Çevredeki eski ahşap evler restore edildi. Güzel bulanlar olabilir ama yapılan düzenlemeyi bölgenin manevi iklimiyle bağdaştıramayanlardanım. Buna rağmen fırsat buldukça Hacı Bayram’a gider, soluklanırım. Hacı Bayram’da birkaç saat geçirmek bile içimi huzurla doldurmaya yeter.
Hacı Bayram Huzuru
Kasımın ilk haftasıydı. Yağmur çiselemiş ve ardından hava açmıştı. Ilık ve güzel bir gündü. Hacı Bayram’a çıktım. Caminin güneyindeki gül tarhlarını gören bir banka oturdum. Ankara’nın bir başka semtinde göremeyeceğiniz insan zenginliği burada. Yerli, yabancı, her kılık ve her renkte insanı toplayan bir mekan. Boş bank bulmak zor.
Kendi iç alemimde yolculuğa çıktığımı düşündüğüm bir sırada bir anneanne veya babaanne, şirin mi şirin, dünya tatlısı bir kız çocuğuyla oturduğum bankın yanına geldiler.
Kadın, belik saçlı, 5-6 yaşlarında, pembe montlu kız çocuğundan, güllerin arasına girmesini istedi. Kıpır kıpır bir çocuk; hemen güllerin arasına daldı. Kadın eliyle, diliyle, bedeniyle, torunundan bir gül ağacının yanında durması için çırpındı.
Çocuk duymazdan, görmezden geldi ve oraya gitmedi. Kadın, birkaç kez çocuğun adını üstüne basa basa tekrarladı. Sonuç alamayınca gitti, çocuğu kendi seçtiği gül ağacının yanına sabitledi. Yeniden benim oturduğum bankın yanına geldi.
Zoraki Gülümseme
Elindeki telefonu ayarladı, fotoğraf çekecek. Bir anda sinirlendi, “gülümse, gülümse” diye bağırmaya başladı. Bağıra bağıra torununa gülümseyen yüz ifadesi verdirdiğine ikna olunca pozu kaçırmadı. Peş peşe fotoğraflar çekti. Azarlanarak gülümseyen yüz ifadesini takınan çocuk parmaklarıyla bir siyasi partinin simgesi olduğunu bildiğim işareti yaptı. Kadın bu pozu da kaçırmadı, bir daha fotoğraf çekti.
Çocuk, “anneanne yeter mi?” diye seslendi, onayı alınca gül tarhlarının arasından çıkarken, birkaç gül goncasını koparıp yere attı. Torununu bağıra bağıra, azarlayarak, çıkışarak, çekiştirerek gülümsetmeyi başardığına inanan anneanne, goncaların koparılışına ses çıkarmadı, çocuğu uyarmadı.
Bu tanık olduğum ilk olay değildi. Torunlarını gezdiren anneanne ve babaanneler her yerdeler. Artık kimse yaşlı değil. Hatta birçok anne kendi kızından veya gelininden daha genç (!) Çocuk büyütmeyi başaran ve anneliği tadan biri, torunuyla ilişki kurarken nasıl bu hale gelir? Bu bir ruh hali mi, çürüme mi, yozlaşma mı, çağımızın normali mi, karar veremedim. Versem de ne çıkar. Gerçekliğin ne olduğunu benim varsayımım belirleyecek değil ya… Sadece tanık olduğum bir olayı anlama çabasındayım.
Nineler Değişti mi?
Aklıma ilk gelen sorulardan biri, torunlarına masal anlatan babaanne veya anneanne kalıp kalmadığı. Anneannelik ve babaanneliğin değişimi üzerine bir araştırma var mı? Bir fotoğraf çekimi sahnesinin beni genellemelere götürmesine izin vermek istemedim. Kendime söz geçiremedim.
Necip Fazıl’ın “Muhasebe” şiirindeki,
“Üç katlı ahşap evin her katı ayrı âlem!
Üst kat: Elinde tesbih, ağlıyor babaannem”
dizesi geldi, dilime dolandı. Kaldı mı o babaannelerden?
Hem Vuraysun Hem Ağlama Diyeysun
Trabzonlu 5 yaşındaki çocuğun, bir yandan ağlayıp, burnunu çekerken, kendisini döven annesine “Hem vuraysun hem ağlama diyeysun” cümlesini hatırlayınca gülümsedim. Azarlaya azarlaya “gülümse” diye bağıran da biziz, hem vurup hem “ağlama” diye sinirlenen de…
Hacı Bayram’dan nasibime düşen şiirden bir dize ile veda edelim:
“N’oldu bu gönlüm n’oldu bu gönlüm/
Derd-ü gam ile doldu bu gönlüm./
Yandı bu gönlüm, yandı bu gönlüm/
Yanmada derman buldu bu gönlüm.”
Not: Neyzen Süleyman Erguner’in bestelediği Uşşak ilahiyi Doç. Dr. Faruk Koca’dan dinleyebilirsiniz.