Eğer gezegendeki şiddete katkıda bulunmak istiyorsanız, insanların sizinle ilgili söyledikleri şeylerin gerçek olduğunu düşünün" diyor Rosenberg.

Ben de diyorum ki;
İnsanların sizinle ilgili söylemediklerini düşünürseniz de gezegendeki şiddete katkı sunuyor olabilirsiniz.

Bazen sözcükler ağzımızdan öylece çıkıveriyor, herhangi bir duygu durumu da buna zemin hazırlıyor, yaşadığımız üzüntü, stres ve kendimizi açıklıkla ifade edememe hali de var.
O anlarda söylenenlerin bütünüyle gerçek olduğunu düşününce, başlıyoruz içimizdeki çakalları konuşturmaya. Düşündükçe suçlamalarla, yargılarla ateşi körüklüyoruz.

Konu üzerine düşündükçe fark ettim
varsayımlarda bulunmanın da bu şiddete katkı sunduğunu. Biriyle açık iletişim kuramadığımızda, süreç dürüstlük ve netlik üzerine ilerlemiyorsa gerçek manipüle ediliyorsa, taraflar “öyle olduğunu sanmamın” cazibesi ve kolaylığına kapılıyor. Sonra başlıyor içimizdeki çakallar konuşmaya. E geçmiş tecrübelerimiz de var, tetikleniyoruz haliyle… Şurada şöyle demişti zaten, burada böyle davranmıştı zaten vs…

Kolay sanıyoruz değil mi iletişim kurmayı ben insanlar arasındaki ilişkileri öğrendikçe, derinleştikçe, irdeledikçe ne kadar zor olduğunu keşfediyorum, özellikle de yeni nesil iletişim şekillerine baktıkça bayağı bocalıyorum.
Aynı açıklıkta buluşamadığımı görüyorum insanlarla. Gerçi hemen hepimiz daha yüzeysel ilişkiler kurma peşindeyiz yaş ilerledikçe, derin bağlardan korkar olmuşuz.

Sahi neden ???

 Her yeni insan, yeni bir dil ve sandığımızdan çok daha fazlası…
Her insan söylediği kadar sert, davrandığı kadar soğuk da değil aslında. Sadece açık ve şefkatli iletişim kurmayı bilmiyor. Bazıları da bu kadar açıklıkla karşılaşınca da tökezliyor belki kim bilir.

Duyguların belli edilmemesi gerektiği öğretildi bize, hatta çok seversen zarara uğrayacağın, insanların kıymet bilmediği, kedi mi nankör insan mı bir türlü mutabık kalınamadı örneğin. insan ilişkilerinde hesap kitap tutar olduk. O bana ne verdi, ben ona ne yaptım.
 Adeta kar zarar ilişkisi, duygudan uzak, ticari zihniyet ve bu buna değer mi kıvamında yaşıyoruz ilişkilerimizi.

Gönülden alma verme ya da halini anlamaya niyet yok, kabul zaten yok, bize uymuyorsa anlamaya bile çalışmadan koparıyoruz bağımızı.

Geri bildirim almayı önemserim iletişimde ya da doğru mu anladım diye teyit etmeyi, böylece ne duyduğum netleşiyor. Fakat bunu da biriyle bağ kurmak istiyorsam ya da vaktim varsa yapıyorum, tabi o da aynı açıklıkta bu geri bildirimi vermek istiyorsa. Yoksa kestirip atmışlığımda, o şiddete katkı sunmuşluğumda çoktur.
Şimdilerde o gereksiz toksikliğe katkı sunacağıma ya da halimi anlatmak için çaba sarf edeceğime sessizce çekiliyorum köşeme.
Sen öyle mi anladın canım kardeşim peki, -e sorsaydın mübarek, bakın bunlar hep sorumluluk ve anlamaya niyetle ilgili şeyler.

Bir Birhan Keskin şiiriyle son vermek istiyorum yazıya,
Diyor ki;
Dünya soğur, akşam serinlerken,
Benim sensiz sevinecek bir şeyim yok.
Kılı kırk yardım, altını üstüne getirdim,
Ve işte en geniş cümlem:
İçimi açtım sana.
İçini açmak için.

İletişim birazda niyet işi, karşılıklı olarak anlamaya ve halimizi anlatmaya gönüllüysek, o ilişkinin içinde ne kadar var olacağımızı, yakınlığımızı, sınırlarımızı, zaaflarımızı paylaşabiliyorsak ve kabulle dinleyebiliyorsak işte o zaman gezegendeki şefkate katkı sunuyoruz. Şiddet sadece fiziksel değil, bizi çokça yaralayan pasif şiddet, sözler ve varsaydığımız düşünceler. Zihnimizi de bedenimizi de bu kaotik şiddetten uzak tutmak istiyorsak, açık iletişim bizi o şefkat ve kolaylıkla ilerleyen yola götürür.

Bence de denemeye değer.

Selam, Dua ve Muhabbetle…