HAYAT BU

Hüznü saklamak ister insan.
İtiraf etmek ise zayıflıktır kimine göre. 
Üzerindeki sosyal baskı bazen anne karnını tekmeleyerek hürriyetini arayan bebek gibi kışkırtır insanı.

Kırılırsın, üzülürsün, nihayetinde düşünürsün..
Gâh ağlar, Gâh susarsın.
Maharet zapt edebilmekte
Kırılmak; büyümektir, sabretmektir.
Tevekkülü hatırlamak, tefekkürle hemhal olmaktır.

Kırılganlığını açığa vurduğun anda birileri saldırıya geçer hemen.
Anladım ki! Hasbi olmak, içten görünmek şefkati kışkırtıyor.

Oysa üzüntü merhametle gelen geçici bir vicdan temizliğidir bana kalırsa. Temizlik bitince de kendi haline bırakılır gönlün emanetçisi.

Mevlana, mesnevisinde; Sofi vaktin çocuğudur. Geçmişe üzülmez, geleceğe kaygılanmaz. Sadece içinde olduğu anı yaşar diyor… 

“İyiyim” denir ya “Nasılsın?” diye sorulunca. Farklı tonları vardır “iyiyim” cümlesinin. Kimi öylesine sorar, kimi gönülden. Yanıtlayan da adet yerini bulsun zikriyle yanıtlar zaten. Anlaşılamaz, karma karışık hisler uyandırır ilk anda. Sonra belirir iyiliğin binbir hali.

İnsanı iyileştirir hal hatır sormak. 
Önemsendiğini, kıymet gördüğünü hissettirir.

İçim içimi kemiriyor denir ya, o kemirgen insanın varoluş sızısıdır aslında. Geleceğe doğru yürürkenki çaresizliğidir. Kendi kudretinin dilediğince akamaması, araya girebilecek beklenmedik faktörlerin kaygısıdır.

Her sabah uyandığın o insan aynı insan değildir. Geçen zaman yeni bir şey kattığı gibi, bir şeyleri de alıp götürmüştür.

Nakaratı yoktur hayatın!
Tekrar gibi görülen tekrar değildir aslında. Tekrar eden geleniyle gideniyle çıplak zemine işlenen motif gibi her dokunuş resmin ortaya çıkması için bir vesiledir.
Sadece motifin içinde ince detaylar vardır.

Mevsimler birbirini izler ama hiçbir mevsim bir evvelinin aynısı değildir.

Kış sabahlarında ayazının yüze vurduğu, yükseklerin gelin gibi kar’la örtüldüğü, ırmakların buz tuttuğu günlerdeyiz. Yürekte biraz hüzün, biraz umut, başını uzatmaya çalışan tebessüm kırıntıları. Hayatı biçimlendirmek biraz da insanın kendi elinde desek yanılmış olmayız herhalde.

Herkesin bir hikayesi var. Doksanlı yılların ortasında Bir “Ülkü” sevdasına okulu yarıda bırakıp, soluğu Ege’de alan, zamanı geri getiremeyecek olmanın burukluğu ile birlikte, Kırkından sonra  üniversite deneyimi yaşarken, yazı yazma kabiliyeti filizlenen, her yaşanmışlıktan bir parçayla heybesini doldurmaya gayret eden, yarı işçi, yarı çiftçi bir babanın oğlunun hikayesi bizimkisi.

Gönül heybemizden klavye’ye dökülenler yarın bir yerlere ulaşacak illa ki. Hayat böyle bir şey. Mutlu bir sona evriltmek de mümkün her doğan günü. Birilerine dokunmak, karanlıkta bir ışık olmak, 
Yenik düşmemekte bütün mesele.

Yunus’un dediği gibi;

"Yolcuyuz,yoldayız, yoluz.
Amma yolun neresindeyiz, neresiyiz bilmeyiz.
Bir'den geliriz,Bir'e gideriz."

Hayat bu;

Her ne kadar bazen tek ayak üstünde yaşadığımızı hissetsekte,
İmanın her zerresi, ümidin soluğuyuz.
Her şey iyi olacak diye bir kaide yok ya.
Hüznünde, sevincinde gelme amacı gitmek içindir.

Her şey bitmek için başlar.
İnsanoğluyuz!
Hem hüznün baş rolü, hem sevincin zirvesi, her yeni günün sebebiyiz.
Her nefese sonsuz şükrümüz var.
Yürümekten çok düşmeye doyamasakta,
Umut ekmekten vazgeçmeyiz…

Yüzümüzde tebessüm, yüreğimizde sevgi eksik olmasın.

Umudumuz daim olsun inşallah!

Selam, Dua ve Muhabbetle…