Evinde büyük bir onarıma başlayan bir Japon, duvarlardan birini yıktı ve ilginç bir görüntüyle karşılaştı. Duvarı oluşturan iki tahta arasında sıkışıp kalmış bir kertenkele vardı. Dikkatle baktığında, daha ilginç bir durumla karşılaştı; kertenkele canlıydı. Bir çiviyle ayağından duvar tahtasına çakılmış ve canlı bir kertenkele…Mucizevi bir olayla karşı karşıyaydı.

Japon, olayın gizini çözmekte gecikmedi. On yıl önce ev yapılırken çakılan bir çivi, o an tahta duvarın iç bölümündeki kertenkelenin ayağına rastlamış ve ayağını delip onu tahta duvarın iç bölümüne tutsak etmişti.

Peki, kertenkele çivilendiği duvar boşluğunda bir santim bile kıpırdayamadan on yıl nasıl canlı kalabilmişti? Dünyada sadece havayla beslenen canlı yoktu. Japon, kertenkelenin bir şeyler yemesi gerektiğini ve böylece hayatta kalmasının mümkün olacağını düşündü.

Japon, onarım işini bıraktı, kertenkeleyi izlemeye başladı. Bir süre sonra duvar boşluğunda bir hareket oldu. Japon’un, nereden çıktığını göremediği bir kertenkele geldi. Ağzında yiyecek vardı. Bunu duvar boşluğunda çivili duran kertenkeleye verdi.

Japon kertenkelenin yaşamasındaki sırrı çözmüştü. Bir canlının hayatta kalması mutlaka bir nedene bağlıydı. Kertenkeleyi yaşatan da belki eşi olan bir başka kertenkelenin fedakârlığı ve sevgisiydi. 

Ankara’daki evimi 15 yıl kadar önce adeta yıktırıp kendime göre yeniden yaptırdım. Duvar boşluğunda bir kertenkele bulmadım. İster inanın, ister inanmayın bir Japon, o günden beri evimin bir köşesinde sessiz sedasız yaşamış. Yeni haberim oldu. Gerçek adı Şuji Tsuşima imiş ama o kendini Osamu Dazai olarak tanıttı. Takma isim kullanıyormuş.

Türkiye göçmenler ülkesi oldu diye şikayet edenleri duyuyorsunuz. Belki siz de onlardansınız. Sığınmacılara diş bileyenler bile var. Benim evimi bir görseniz; Her milletten, her düşünceden binlerce yabancı var. Ev değil, mülteci kampı. 

Hepsini ben davet etmişim. Bazen tek tek, bazen 15-20’sini bir arada tutup getirmişim. Herbirinden bir beklentim olmalı ki yıllardır evimde ağırlanıyorlar. Onları kütüphane dediğim bir odaya yerleştiriyorum. Bir bölümü hâlâ evsizler gibi, sağda soldalar. Raflardaki yerlerini alıp, yan gelip yatacakları günleri bekliyorlar.

Osamu Dazai de onlardan biri. Japonya’da, 1909’da Tsugaru Yarımadası’nın küçük bir kasabası olan Kanagi’de dünyaya gelmiş. Erken yaşta yazar olmaya karar vermiş. Her Japon gibi idealini gerçekleştirmiş. Tokyo Üniversitesi Fransız Edebiyatı Bölümü’ne kaydını yaptırmış. Sonrası karışık. Japonların uzun ömürlü olduklarını duymuşsunuzdur. Osamu 115 yaşında. Bu gidişle 200’ü görür.

Osamu Dazai bir yazar. Son eseri “İnsanlığımı Yitirirken”, Japonya’da en çok satan ikinci romanmış. Son yıllarda dilimize çevrilen Japon edebiyatı eserlerinin sayısında önemli artış var. Bunların bazıları çok satanlar listelerinde. Osamu Dazai’nin eserleri de öyle. Baskı üstüne baskı yapıyor. Telif hakkı olmadığı için farklı yayınevleri tarafından yayımlanıyor. Japon yazarlar bizde çok sevildi. Ben de Japon yazarlarının eserlerinin büyük bölümünü okudum. Okunmak üzere sırada bekleyenler de var. 

Japon edebiyatı, Japonya gibi. Farklı, ilgi çekici, renkli, karmaşık bir dünya. Binbir Gece Masalları’nın kurgularını hatırlatan eserler var. Sinema, ikebana, sado, resim ve kaligrafiden sonra Japon edebiyatı dünyanın ilgi odağı haline geldi.

“Evimde yaşıyormuş, haberim yokmuş” dediğim, Osamu Dazai’nin kitabı. Kitabın adı “İnsanlığımı Yitirirken”. Kitap öbekleri arasından çıktı. Ne zaman aldığımı hatırlayamadım. İç kapaktaki tarih, Aralık, 2006. Karakutu’dan çıkmış. Bir solukta okudum. Yüz yirmi sayfa. 

Kitap, “Yaşamım utançlarla doludur. İnsan yaşamının ne olduğu hakkında bir fikrim yok.'' cümleleriyle başlıyor. 

“Artık ne mutlu ne de mutsuzum. Her şey geçip gidiyor” cümlesi de kitaptan. Osamu, bizim geleneğimizdeki sabır ve dua olarak kullandığımız ve gönlümüze ferahlık veren “Bu da geçer yahu!” sözünü farklı ifade eden biri. Ne yazık ki bu güzel sözü içselleştirememiş. 

Kitabın bir başka çevirmeni Peren Ercan, “Kayıp Rıhtım” dergisine verdiği röportajda, Japon edebiyatının muğlaklıkla dolu olduğunu söylemiş. Tümüyle katılmasam da bu yargının doğruluk payı var. Edebiyat biraz da anlaşılmazlık, gizem değil mi? 

İyi okur, çoğu kez okuduğu kitabı anlamak yerine anlamaya çalışır. Bir nevi tahlil yani çözümleme. Her kitap bir yolculuk. Nereye gideceğinizi bilemezsiniz. Yolcunun hedefi yolda olmak, yürümekse, iyi okur için hedef okumak, okumak, okumak… Yolculukların en zahmetlisi, yorucusu, sürprizi, ucuzu, vize istemeyeni kitaplar arasında yapılanıdır.

“İnsanlığımı Yitirirken” depresif bir bedenin devinimleri, karamsar bir zihnin yansıması. Bir bireyin insanlığını yitirişinin öyküsü. İç karartıcı satırlar çok. Roman mı, otobiyografik bir eser mi, karar veremedim. Japon kültürüne ve coğrafyasına uzun bir yolculuğa çıkarıyor. Yazar, kestirip atmış, anılar demiş. 

Osamu, iç dünyamızın tıka basa dolu olduğunu ve taşıdığımız bu yükü başkalarına göstermek istemediğimizi söylüyor. O kendini yazıyla rahatlatmak istemiş. Yazarak yaşamın ağırlığını eriterek sayfalara akıtmış, kelimelere dökmüş. Yükünü hafifleteceğini sanmış. Oysa öyle olmamış, 1948’de intihar etmiş. 

Evimin bir köşesinde sessizce sıranın kendisine gelmesini bekleyen sığınmacı konuğum Osamu Dazai’nin, Hüseyin Can Erkin’in Japonca aslından çevirdiği “İnsanlığımı Yitirirken” adlı kitabından altını çizdiğim cümlelerden bazıları:

"Acaba, güven dolu saf bir yürek, suç mudur?”

“Amatörlerde korkusuzca bir cüretkârlık vardır, benim baş edebilmem imkânsız.”

“İnsan asla insana boyun eğmez. Köleler bile, köle gibi davranırlar.”

“Cezanın olmadığı yerde suç hareket halindedir.”

“İnsanlar karşılıklı olarak birbirlerini anlamıyor. Tamamen yanlış baktıkları için, eşsiz dost oldukları fikrine kapılıyor, ömür boyunca bunun farkına varamayıp, karşılarındaki öldüğünde ağlayarak, dua okumuyorlar mı?”

“Zayıf insanlar mutluluktan bile korkarlar. İplikle bile yaralanırlar. Bazen, mutluluk da insanları yaralayabilir.”

“Bu dünyada farklı farklı mutsuz insanlar var, hayır, her yer mutsuz insanlarla dolu desem abartmış olmam.”

“Dışarıya karşı durmaksızın gülen yüzümü gösterirken, iç dünyam ölüydü.”

İç dünyamızı ve dışarıdan bizi gördükleri kalıbımızı diri tutmanın ilahi sorumluluk olduğuna inananlardanım. Bu can ve bu ten bizim değil, bize emanet. 

Kertenkeleyi diri tutan bir başka kertenkelenin sevgisi ve fedakârlığıydı. Bir canlının hayatta kalması bir nedene bağlıysa, bu neden sevgi ve fedakârlık olabilir. Olmalı. İnsanlar birbirini anlamalı. Birbirimizi anlamadığımızda insanlığımızı kaybediyoruz.

Kapıların ve duvarların ardına bakmayı unutmayın. İnsanlığımızı ararken, evimdeki Japon’dan çok şey öğrendim. Osamu’ya minnet ve şükran borçluyum. Kitabı bitirirken adını zihnime “İnsanlığımı Ararken” diye kodladığımı fark ettim. “İnsanlık ehliyeti” hepimize lâzım.

İnsanlığımızı yitirmek mi, insanlığımızı aramak mı? Karar sizin.