Halime Korkmaz kaleme aldı.

İnsan dünyada her şeye hazır olarak yaşamalı. Zira her şey, insan için. Gülmek de insan için ağlamak da, neşe de insan için keder de, varlık da insan için darlık da, doğmak da insan için ölmek de... Yani her şey, insana dair her şey insan için...

Bu sebeple insanın doğan her günle yaşayacağı şeylere şaşırmaması gerekir aslında. Bunlara rağmen yaşamak, yaşayabilmek ve hayat devam ediyor diyebilmek aslolandır. Bunun için de var olunduğu sürece başka bir ifade ile nefes alındığı müddetçe her şeyin insan tarafından yaşanabileceği ve lakin bizimle bâki kalmayacağını bilmemiz gerekir. Çünkü insan ölümlüdür ve ölümlü olan insan, fâni olan dünyada kısa bir zaman bulunacaktır. Yeryüzünde kendisinden önce niceleri gelip geçmiştir. Yaşanılan hiçbir şey, sadece o kişiye mahsus değildir. Çünkü; “İnsana bir zarar dokunduğu zaman bize yalvarır. Sonra, kendisine tarafımızdan bir nimet verdiğimiz vakit, “Bu, bana ancak bilgimden dolayı verilmiştir.” der. Hayır o, bir imtihandır, fakat çokları bilmezler.” (Zümer 39/49) ayetini bilerek ve düşünerek dünyada her şeye hazır olarak yaşamayı öğrenmesi gerekir insanın. Ah insan! İllaki kendisi beğenecek ve illaki kendisine pay çıkaracak. O zaman hayat, biz insan için imtihandır. O halde imtihan denilen şey nedir?

İmtihan, “Allah’ın insanları denemek için verdiği maddî ve mânevî sıkıntı, dert, külfet” anlamlarına gelir. Kur’an-ı Kerîm’de “eskimek; denemek, sınamak; gam, musibet, darlık ve sıkıntı” anlamlarında kullanılır. Mesela; “Andolsun ki sizi biraz korku ve açlıkla; mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltmekle sınayacağız. Sabredenleri müjdele!” (Bakara 2/155) ayeti de imtihan şekillerine örnek bir ayettir. İnsan, bu sayılanların bazen hepsini yaşar bazen de sadece biriyle imtihan edilir. İmtihan işte… Ne yaşanılacağı bilinmeyen bir hayat serüveninden başka nedir ki? Peki bu imtihan neden yapılır? Yani imtihanın gayesi nedir? Bu sorunun cevabını da Kur’an’da arayalım: “Hanginizin davranışça daha iyi olduğunu denemek için ölümü ve hayatı yaratan O’dur. O, güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.” (Mülk 67/2) Davranışlar yani ameller, insanın hayatında önemlidir. Verilen tepkiler, söylenilenler veya söylenilmeyenler, hepsi ama hepsi ahirette insanın elde edeceği mükafata veya cezaya yöneliktir.

Aksi halde dünya insan için çok da anlamı olmayan bir yer haline dönüşecektir. Halbuki mümin nasıl olmalı sorusunun cevabı zaten Hz. Muhammed (sav) tarafından bildirilmiştir: “Müminin hâli ne hoştur! Her hâli kendisi için hayırlıdır ve bu durum yalnız mümine mahsustur. Başına güzel bir iş geldiğinde şükreder; bu onun için hayır olur. Başına bir sıkıntı geldiğinde ise sabreder; bu da onun için hayır olur.” (Müslim, Zühd, 64) O zaman iman etmeyi öğrenmemiz şart. Eğer insan iman ederse her halinin hoşnutluğunun da tadına varacaktır. Şükür ile sabır arasında kalarak şikayet makamına geçmeden yaşadığında hayat ona hem daha kolay hem de daha yaşanılır olacaktır.

Musibet, bela, felaket adına her ne dersek diyelim bunlar karşısında insanın tavrının da önemli olduğuna dikkat çekmek zorundayız. Hz. Peygamber (sav) bu konuya da dikkatlerimizi çekiyor. Şöyle ki, “Birinizin başına bir musibet/acı bir şey geldiği zaman, “Biz Allah’a aidiz ve biz O’na döneceğiz. Allah’ım! Başıma gelen musibetin/acının mükâfatını senden bekliyorum, bundan dolayı bana ecir ihsan et, benim için onu daha hayırlısıyla değiştir.” desin.” (Ebû Dâvûd, Cenâiz, 17-18) Acıyı yaşamak ayrı, acıyı yok saymak ayrı bir mevzu. Acıyı yaşarken acının Allah’tan geldiğini unutmadan hareket etmek zorunda olduğumuzu unutmamalıyız. Zorluğun ve kolaylığın aynı anda geleceğinin bilincinde olmakla mükellefiz. Hiçbir şey sürekli değildir. Allah’ın bizim için hazırladığı mükafatlara ulaşmak için hayatı acısıyla tatlısıyla yaşamamız gerektiğini fark etmek zorundayız.

Neler acıdır? Aslında bu, kişinin fıtratıyla alakalı bir durumdur. Biri için küçük kırıcı bir çift söz acı olabiliyorken bir diğeri için alaycı bir bakış acı olabilir. Biri için ölüm acı olurken diğeri için zulüm acı olabilir. Dolayısıyla acı veya imtihan, insanın fıtratına zor gelen her şeydir. Ama hepsinin kişinin günahlarına kefaret olacağını da unutmamak gerekir. “Batan bir diken bile olsa başına gelen her musibet/acı, Müslüman’ın günahlarına kefaret olur.” (Müslim, Birr, 49) Acılar ve kederler, Allah katında insanı temiz bir yere ulaştıracaktır eğer Allah’tan geldiğine inanır ve hayatı ona göre yaşarsak.

Dünyanın kuruluşundan itibaren dünyada istenmeyen veya daha doğru bir ifade ile insanı üzen hadiseler hep vuku bulmuştur. Hz. Adem’in çocukları buna en güzel örnektir. Sonra Peygamberlerin hayatlarına baktığımızda hem kendilerinin hem de kavimlerinin türlü türlü olaylarla üzüldüklerini görmekteyiz. Yani dünyaya gelen herkes, her devirde acıyla ve üzüntüyle imtihan edilmiştir. Bu, Allah’ın kuralıdır. Şöyle ki; “(Ey müminler!) Yoksa siz, sizden öncekilerin başına gelenler sizin de başınıza gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Yoksulluk ve sıkıntı onlara öylesine dokunmuş ve onlar öyle sarsılmışlardı ki sonunda Peygamber ve beraberindeki müminler, “Allah’ın yardımı ne zaman (gelecek)!” dediler. Bilesiniz ki Allah’ın yardımı yakındır.” (Bakara 2/214) Allah bütün toplumlara bela ve musibet vermiştir. O zaman bizim bizden öncekilerden farklı bir tarafımız olmadığına göre acı da zorluk da bizim yaşayacağım bir durumdur. Çünkü dünyada yaşıyoruz tıpkı bizden öncekilerin yaşadığı gibi...

O zaman ne yapamayız veya ne yapmalıyız? Öncelikle kabullenmek zorundayız ki burası dünya ve dünya acıyla ve tatlıyla var. İnsan da bu süreçte kendisi için hayırlı olanı Allah’tan istemeyi bilecek. Çünkü son peygamber, bunu bize öğütlemektedir: “Hiçbiriniz başına gelen bir sıkıntıdan dolayı ölümü istemesin. Eğer mutlaka isteyecek olursa, “Allah’ım, yaşamak benim için hayırlı olduğu sürece beni yaşat, ölüm benim için hayırlıysa canımı al!” desin.” (Buhârî, Merdâ, 19) Yaşadığımız sürece Allah katında daha güzel yerler elde edeceğimize olan inancımız sönmemelidir. Yaşamak her şeye rağmen insana verilmiş en büyük servettir.

Hiç şüphesiz bela ve musibetten kurtulamayız ama dua edebiliriz. Hz Peygamber (sav)’in dilinden dökülen şu dua, bizim de dilimizde pelesenk olsun: “Allah’ım! Gam ve kederden, tembellik ve cimrilikten, korkaklıktan, borca batmaktan ve halkın taşkınlığından sana sığınırım.” (Buhârî, Deavât, 40)