Bin Bilsen De Bir Bilene Danış
Atalarımız, “bin bilsen de bir bilen danış.” demiş. Atasözü, Türk Dil Kurumu Sözlüğünde şöyle tanımlanır: “uzun deneme ve gözlemlere dayanılarak söylenmiş ve halka mal olmuş, öğüt verici nitelikte söz; deme, mesel, sav, darbımesel.” Bu, burada bir dursun.
İnsanın eğitim süreci, anne karnında başlayıp ölümle neticelenen bir serüveni kapsar. Bilmek, bazen okuyarak, bazen görerek, bazen de duymak suretiyle gerçekleşen bir eylemdir. İnsan, bazen bilerek ve isteyerek öğrenir bazen de başkalarının tecrübelerinden istifade ederek yol alır. Bu yolda, insanın yolunu aydınlatanlar olduğu gibi onu karanlıklar içerisine düşürenler de olur hiç şüphesiz. Bundan dolayı hayat, sadece siyah ve beyaz değildir. Aynı zamanda gri tonlarıyla da yaşanır. Bu süreçte ne yolumu kaybettim ne de yolda kayboldum demek insana yakışmaz. Çünkü hayatta sadece ana yol yoktur bazen en güzel yol, tali yolları takip ederek hedefe ulaştırır yolda olmak isteyenleri.
İnsan, büyür… Fikren, zihnen, ruhen, bedenen büyür de büyür. Bunun adına her ne kadar yaşlanma denilse de “tecrübelenme” kavramı daha tercihe şayandır. Nefes alan her bir bireyin kimi yolun başında kimi yolun sonundadır ama önemli olan hala yolda olabilmektir. Bu sebeple insan ya danışan ya da danışılan olabilirse o yolun hakkını vermiş olur. Çünkü hayat yolu, asfalt değildir. Bu sebeple yoldaki çakıllara, taşlara dolaşıp düşmemek için insan tecrübelerinden istifade etmesini bilmelidir. Hani yine atalarımız demiş ya “akıl, akıldan üstündür.” diye. O zaman bizim aklımız kadar başkalarının aklına da muhtacız dünyamızda. Modern çağ hatta post modern çağ adı verilen bu yüzyılda herkes ama herkes, her şeyi biliyor maalesef (!) veya bildiğini sanarak kendisini kandırıyor. İnsanın kendisine olan saygısı, bilene hürmetle başlar. İnsanın saygısı, her işin bir uzmanının olduğunu kabul etmekle başlar ve insan, böylelikle hamlık seviyesinden olgunluk seviyesine yükselir. Bunun dindeki karşılığı, ise istişaredir.
İstişare sözlükte, “danışma, görüş alışverişinde bulunma, danışan kimseye fikrini söyleyip onu yönlendirme” anlamlarında kullanılır. Dolayısıyla hem danışan hem de danışılan birbirlerine fikir beyanında bulunmakla en doğru yolu bulmuş olur. Nitekim Hz. Musa, Rabbi tarafından elçilik göreviyle vazifelendirildiğinde kendisine yardımcı olması için kardeşi Harun’u istemesi ve onunla birlikte işlerinin kolaylaşacağını söylemesi ve insanların onu daha iyi anlamasını sağlayacağını ifade etmesi (Tâ-hâ 20/29-35) de şûrâ ile ilgili bir örnektir. Yine Kur’an-ı Kerim’de iman edenler ve Rablerine tevekkül edenlerin özellikleri anlatılırken onların istişare ettikleri şu ayetle bildirilmiştir. “… Onların işleri, aralarında danışma iledir.” (Şûrâ 42/38) İman, akıllı, uslu denilen ve hayat tecrübesi olanlarla konuşulup karar alınmasını gerekli kılar. Yapmayanlar mı? İmanlarını sorgulasınlar…
İstişare, hayatın her anında gerekli bir uygulama, gerekli bir farzdır. Özellikle ailede olmazsa olmaz bir zorunluluktur. Özellikle Bakara Suresi’nin 233. ayetinde eşlerin birbirleri ile istişare ederek karar alması emredilir. Dolayısıyla, eşlerin birbirlerinden habersiz ve birbirleriyle istişare etmeden aldıkları kararlar ve uygulamalar, dinen caiz görülmemektedir. Acaba kaç müslüman kadın veya erkek, eşleriyle birlikte karar alıyor veya eşlerini olayların ve durumların dışında tutuyor? Ey iman! Sen ne güzel şeysin…
Yine Allah (cc), Peygamberimize ashabıyla istişare etmesini emreder: “… İş konusunda onlarla müşavere et. Bir kere de karar verip azmettin mi, artık Allah’a tevekkül et, (ona dayanıp güven). Şüphesiz Allah, tevekkül edenleri sever.” (Âl-i İmrân 3/159) İstişare, edince de karar alınması ve sonrasında da tevekkül edilmesi de istişarenin sonucu açısından önem arz etmektedir. Kararsızlık veya arafta kalma hâli, Müslümana yakışmayan bir durumdur. Ne mutlu Allah’ı vekil tutabilenlere!
Şu hadis-i şerif ise istişare edilen kişilerin hangi vasıfta olması gerektiğinin önemine dikkat çeker. “Danışılan kimse, itimad edilen kimse olmalıdır…” (Ebû Dâvud, Edep, 114) Danışanın da danışılanın da belirli vasıfları olması gerekir. Bu vasıflardan ilki ve en önemlisi, hiç şüphesiz güvendir. Lafına-sözüne, eline-diline, gözüne-kulağına ve en önemlisi kalbine güvenilmeyen insanla istişare yapılmaz yapılsa da doğruya değil eğriye yönlendirir. İstişare, insanın doğruyu bulmasına sebep olacağı için kişi, kendisine akıl danışıldığında eğer o konuda mahir değil ise “ben sana akıl verecek konumda değilim” demesini de bilmesi gerekir ki bu durum, kişinin kendisini bilmesinin alametifarikasıdır. Fakat gerçek ise bu çağın insanının her konudaki engin ve zengin (!) bilgi sahi olmasıdır.
İstişare, hem bireyin hem de toplumun en faziletli olana ulaşmasını sağlar. “Allah’a yemin ederim ki, istişarede bulunan bir kavim elbette orada tartışılan şeyin en faziletlisine sevk edilmiş olurlar.” (Buhârî, Edebu’l-Mufred, 259) O halde, danışanın dağ aştığı danışmayanın düz yolda şaştığı bir dünyada yaşamak istemiyorsak bir bilene danışmanın farziyyetine iman etmiş olmamız gerekir. Vesselam…
Not: Yeni yılın herkes için güzellikler ve mutluluklar getirmesini temenni eder, herkese sağlık ve afiyet dilerim.
Haftanın Kitap Tavsiyesi: İlber Ortaylı, Bir Ömür Nasıl Yaşanır Hayatta Doğru Seçimler İçin Öneriler, Kronik Kitap, İstanbul 2021.