Siz Hiç Ayna Oldunuz Mu?
İnsan… Halden hale, renkten renge, duygudan duyguya, düşünceden düşünceye değişip dönüşen karmakarışık bir varlıktır. Ve bizim şahidi olduğumuz çağda yaşayan insanların en dikkat çeken vasıflardan biri, kendilerinin “eksiksiz ve kusursuz” olduklarını zannederek yaşamak için gereksiz çaba göstermeleri ve bu uğurda başkalarını inandırmak için adeta yalan (!) bir hayat sürme arzusuyla benliklerini yok saymalarıdır. Yalan söyleyen yalan söylemediğini, okumayan okuduğunu, kandıran kandırmadığını, kibirli olan mütevazı olduğunu göstermeye çabalarken oldukça komik duruma düşüldüğünü bu eylemlerde bulunan hiç kimse görmemektedir. Oysaki kalplerde olanlar, yüzlere ve işlere yansır. Kalplerin en derinliklerinde olanı dahi bilen, işlerin sonuçlarını da ona göre ortaya çıkarmaktadır.
İnsanın dünyadaki en temel görevlerinden biri, kendisini bilme ve bulma olmalıdır. Yani insan, doğduğu dünyada bir tekâmül seyri içerisinde yaşayarak ölmek zorundadır. İnsan geldiği dünyadan insanlığını kaybederek dönerse kaybedecektir. Lakin şu çağın insanı, başkalarını bilip öğrenme derdinde olduğu için kendini bilmeye pek yanaşmadığı da aşikârdır. İnsanın ne olduğu ve ne olmadığı, kerîm olan kitapta ayan beyan açıklandığı halde insan, o vasıfların kendisinde olmadığı yönünde laf söylerken fiilleri ise tam tersini söyler.
İnsan, hep aynı ortamda ve hep aynı kişilerle bulunduğundan olsa gerek kendisini pek fark edemez. İnsanın insanla var olması insanın kendini keşfetmesi başka başka kişilerde ve başka başka ortamlarda gün yüzüne çıkar. İnsan, aslında birbirinin aynasıdır görmek ve bakmak isteyen için.
İnsan, bir başka insanda yansır ve insan bir başka insanda insanı bulur ve görür. Bulmak ve görmek isterse… İnsan, insan olmayı bir başkasıyla öğrenir. İyi veya kötü özellikte olup da yanı havayı teneffüs ettiği herkes, birbirinin öğretmeni ve eğitimcisidir. İnsan, hayatı da dünyayı da insanla öğrenir. Dolayısıyla insan, insanın aynasıdır.
İnsanı inanç bakımından değerlendirdiğimizde ise bir de mümin olma vasıfları vardır. O ise oldukça zor bir iştir, zor zanaattır dostum. Çünkü önce kişinin mümin olmanın gereğini öğrenmesi gerekir. Bizim dünyamızda Müslüman bir anne-babadan dünyaya gelindiğinden bunun için çabalayan pek var mıdır bilmiyorum azizim. Mümin olmanın sıfatlarını ve vasıflarını bilmeden yaşamak, en kolayıdır. Bundan dolayı insan da bunu tercih ederek ömrünü tüketiyor. Çünkü bilmediğini yapmak insana daha kolay gelir. Oysa mümin olmanın en önemli şartlarından biri, mümin kardeşinin de mümin olması için gayret göstermesine katkı sağlamaktır her ne kadar bu çağda “kimse bana karışamaz” prensibi hayatlarda aktif rol oynasa da.
“İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülüğü meneden bir topluluk bulunsun. İşte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Âl-i İmrân 3/104) Bu ayeti her okuduğumda insanı başka başka düşünürüm ve bu ayet, insana karşı vazifelerimi hatırlatır her zaman. Herkes, dünyaya iyi ve güzele çağırmak için gelmemiştir. Herkes, kötüye veya kötülüğe “bu kötü” demez/diyemez ve adeta dilini yutmuşçasına suskun bir halde kalır ve böylece yanlışlar dağ gibi büyür dünyada. Herkes, kurtuluşa ulaşmak için çabalamaz. O halde insan çaba göstermiyorsa kimseyi de gel kurtul diye elinden tutup kaldırmaya da gerek yok dediğim zamanlar da az değildir. Ve lakin iyiyi ve iyiliği tavsiye etmek mümin olmanın bir gereğidir, zaruridir kurtuluşa ermek için.
Başucu notları olmalı insanın hayatında. Yolunu ve yönünü belirleyecek kurallar ve kaideler. İşte bu ayet de bunlardan biridir zannımca. Dünya, iyilik ve kötülüğün imtihan yeridir. Bu gerçek, Adem’in çocuklarından bu tarafa hep böyle devamedegelmiştir. Ya Habil ya Kabil olarak yaşar insan ve hür iradesiyle tarafını seçer. Zorlama ve baskı olmadan. İnsan bulunduğu ortamda gözleri neye alışırsa bedeni de ruhu da gönlü de ona yoğrulur.
Ama mümine düşen bir görev vardır: Ayna olmak… “Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır. Kardeşinde bir kusur görürse onun kusurunu düzeltir.” (Buhârî, Edebu’l-Müfred, 239) İnsan, nasıl bir ayna olduğunu görmek ve düşünmek zorunda. İnsan, “Ben mümin olarak yaşamak istiyor muyum?” sorusunu sorarak başlamalı ayna olmaya. Çünkü bu soruya cevap vermeden yaşandığında kimse, kimseye ayna olamaz ve kimse kimsenin yansımasını göremez.
Bu çağ, insana şunu tavsiye ediyor: Sadece sen mükemmelsin… Ve insan, daha beşikten başlayarak mükemmel insanlarla (!) dolu bir hayatta kusursuz olarak yaşama gözlerini açıyor. Bu sebeple kusursuz insan (!) kendisinin dahi asla görmediği kusuru, bir başkasının dilinden duymaya ve görmeye yanaşmıyor. Bu sebeple ne aynalar kalıyor dünyada ne de yansımaları…
Mümin neden ayna olmak zorunda bilir misiniz? Sevgili peygamberimiz ne güzel söylemişler: “Mümin, mümin kardeşinin aynasıdır. Mümin müminin kardeşidir, onun helak olmasını engeller ve onu kollar.” (Buhârî, Edebu’l-Müfred, 240) Müminler, mümin kardeşleriyle yani insan denen varlıkla bir dünyada yaşamak zorunda. Ve bu esnada onu koruyup gözetme gibi bir ödevi ve görevi var her ne kadar insan bunu inkar etse de. Her ne kadar ben sadece kendim için varım dese de…
Bu sebeple bize ayna olacak kişilerle oturup kalkmalı ve bize yansımalar söyleyenleri dikkatle dinlemek zorundayız. Din, sadece bireyin değil ümmetin toplu kurtuluşuna önem verir. Bütün dinlerde toplu yapılan ibadetlerin olması da bunun bir yansıması değil midir? Bunun da yolu, sadece bir kişinin değil herkesin korunup gözetilmesiyledir. Herkes, gücü ve kudreti oranında sorumludur ve ahirete gidildiğinde bu sorunun ve bu görevin hesabı sorulacaktır.
Hayırlı bir arkadaş olmak gibi bir misyonumuz var dünyada. Arkadaşımızı kötülüğe ve hayırsızlığa değil iyiye ve iyiliğe yöneltmek de müminin sorumluluğundadır. Canım peygamberime kulak vermek isteyenler için yazının bu bölümünde şu hadis-i şerifi yazmak istiyorum: “Allah katında arkadaşların en hayırlısı, arkadaşına karşı hayırlı davranandır…” (Tirmizî, Birr, 28) İş arkadaşından ev arkadaşına, sınıf arkadaşından kahvehane arkadaşına varıncaya kadar “arkadaş” sıfatına sahip olunan herkes, birbirine karşı hayırlı davranmak ve birbirine ayna olmak zorundadır. Daha anlaşılır bir ifade ile “bunu yanlış yapıyorsun, bunu doğru yapıyorsun” demedikten sonra ne yaşamın ne de arkadaşlığın anlamı yoktur.
İnsanın en temel özelliklerinden biri de ortama uyum sağlayabilme potansiyeli ve hızıdır. Küfür eden ortamda olan küfür etmeyi öğrenir, yalan söylenilen ortamda yalan dile dolanır, sevgi olan ortamda sevgi yeşerir, saygı olan ortamda saygı gerçekleşir. Bu sebeple her ortam, sahibine yansır ve ayna olur. “Ben iyi olduktan sonra” diye başlayan cümleler, kişinin kendisini kandırmasından öte bir şey değildir. O zaman bize neyin veya kimin yansıdığı da önemlidir. Siz hiç gül bahçesinde ısırgan buldunuz/gördünüz mü? Siz hiç buğday ekip arpa aldınız mı? O zaman mümin, kendisine ayna olmak isteyenlerin kendisine nasıl yansıdığına bakmak ve görmekle mükelleftir. Yani hadis-i şerifle izah edecek olursak; “Kişi dostunun dini üzeredir. Bu yüzden her biriniz, kiminle dostluk ettiğine dikkat etsin.” (Tirmizî, Zühd, 45) Vesselam…
Haftanın Kitap Tavsiyesi: Yavuz Selvi, Kör Noktalarımız, Kapı Yayınları, 2021.