Halime Özdemir, "Ne Kadar Naziksiniz" isimli yazısını kaleme aldı.

Bu cümleyi en son ne zaman duydunuz? Veya biri sizin için bu cümleyi kullandı mı? Veya bu cümleyi duymak için hiç çabanız var mı gök kubbede sadece hoş bir seda bırakmak için geldiğimiz şu hayatta? Bizler, toplum olarak biraz kaba davranmaya meyilli gibiyiz, sanki. Daha doğrusu bunu fark etmiyoruz ve biri dediğinde de diyene laf söylemeyi tercihlerimiz arasına alıyoruz. Kelimelerimiz, davranışlarımız ve hatta hayatımız kaba olduğunda –sanki- daha bir sözümüz dinlenilir zannediyoruz. Son yıllarda kızlarımız dahi zaman zaman hatta çoğu zaman kabalığın dibini vuruyor gibi. Pek asıl soru şu: Müslümanlar nasıl olmalılar? Nezaket yoksunu mu nezaket abidesi mi?

Nezaket veya yumuşak huylu olma diyebileceğimiz kavramın açıklamasına baktığımızda sözlük bu kavramı bize şöyle tanımlıyor. İslami literatürde rıfk olarak kullanılan kavram, “iyi huyluluk, uyumlu, geçimli ve nazik olma, yumuşak davranma” anlamına gelirken kelimenin zıddı ise “sertlik, kaba ve kırıcı davranış” manalarına gelmektedir.

Allah, yüce kitapta kaba-saba olunmasını hoş görmemiş ve hatta kendisine karşı ilahlık iddia edenlere dahi “yumuşak, nazik” davranılmasını emretmiştir. Mesela Musa ve Harun (as), Firavun’un azgınlığı karşısında ne yapacaklarını bilemez bir vaziyette iken cenab-ı Allah ona karşı şu şekilde davranılmasını emreder: “Ona yumuşak söz söyleyin. Belki öğüt alır, yahut korkar.” (Tâ-Hâ 20/44) Belki… Yumuşak söz, her zaman fayda sağlamayabilir ki genelde de sağlamıyor ama bir umut olarak her zaman içimizde var olmasını istiyor Allah (cc).

Okullarda nezaket dersleri okutulmalı. Yaygın eğitim kurumlarında da her yaştan birey için nezaket ve adap dersleri olmalı. Sen değil siz denmenin bir görgü kuralı olduğu, sorulmadan her lafa girmemenin bir görgü olduğu, üzerimize vazife olmayan konularda konuşmamamız gerektiği, kelimeleri seçerek kullanılması gerektiği, konuşurken bağırmamanın lüzumu gibi kişiyi nezakete ulaştıracak pek çok kural her yaştan her bireye kadın-erkek, genç-yaşlı demeden her yerde okutulmalı. Aksi halde Müslüman toplumlar nezaketten mahrum bir şekilde hayat sürmeye devam edecekler. Hatta daha da kabalaşarak.

Nezaketten mahrum kalan, hayatındaki bütün hayırlardan da mahrum kalacaktır. Ne acı! Bu dinin peygamberi aynen bu minvalde bir hadis buyurmuşlardır. Şöyle diyordu hadis-i şerifte: “Kim nezaketten mahrum olursa hayırdan da mahrum olur.” (Müslim, Edep, 74-75) Acaba dünya bu sebeple mi büyük büyük şerlerle yaşlanıyor? Bilinmez...

Hayatı boyunca nezaket görmek isteyen kimse, önce kendisi nezaketli, kibar olmak zorunda olduğunu fark etmek zorundadır. İnsan, genel olarak kendisini her şeye hak sahibi olduğunu düşünerek ve zannederek karşısındakine her şeyi veya her türlü kabalığı layık görebiliyor. Tavırlardan davranışlara, sözlerden eylemlere hayatın her alanında nezaket hayatın olmazsa olmaz şartı olduğu halde kendisinin göstermediği nezaketi başkasından bekleyerek bu konuda hak sahibi olduğunu düşünüyor Ademoğlu.

Ama şu da bir gerçek ki nezaketten nasip verilmeyenler de var dünyada. Nasipsizler… Ne acı! İnsanlar, kendilerini öyle güçlü zannederken oysaki Allah, onlara nezaketli olmayı nasip etmemiş. Bu dünyada “nasipsiz” olmak da ayrı bir acı olarak yeter insana sanırım. “Nezaketten nasibi verilen kimseye hayırdan da nasibi verilmiştir. Nezaket sahibinden mahrum kalan kimse hayır nasibinden de mahrum kalır. Kıyamet günü, müminin sevap terazisinde en ağır gelen şey güzel ahlaktır. Muhakkak Allah, ahlaksız konuşan ve ahlaksız iş yapan kimseye buğz eder.” (Müslim, Birr, 74)

Nezaketten mahrum kalmak aynı zamanda cehaletle eşdeğerdir. Cahil (bilmeyen veya bildiği halde bile bile yanlış yapan) insan, nezaketten mahrum hayat şekliyle hem kendisini hem de çevresini maddi-manevi kirletir. “Cehalet her ne şeyde olursa onu kirletir. Gerçekten Allah yumuşaktır, yumuşaklığı sever.” (Buhârî, Edebu’-l Müfred, 472) Başka bir hadis-i şerifte ise yumuşak huyluları Allah’ın sevdiği bildirilir. O zaman kaba-saba ve nezaket yoksunu kimseler, Allah’ın sevgisinden de mahrum kalmaya kendilerini mahkûm ediyorlar. Keşke bilseler… “Allah, yumuşaktır. Yumuşak huyluyu sever. O, sertlikle yapılan şeye vermediği mükâfatı yumuşaklıkla yapılana verir.” (Müslim, Birr, 77)

Şimdi bir düşünelim mi? Bir kaba davranış insanın ruh halini psikolojik yapısını nasıl etkiler? Hiç şüphesiz öncelikle insanın huzurunu kaçırır. Ve onu altüst eder. Bundan dolayı kibarlık yoksunu ortamlar ve kişiler, insanın kaçtığı ve bulunmak istemediği ortamlar ve kişilerdir. Güzel ahlakın tamamlayıcı olan Hz. Peygamber (sav) de bu gerçeğe dikkat çekiyor. “Kolaylaştırın, zorlaştırmayın. Huzur verin, kaçırmayın.” (Buhârî, Edep, 80; Müslim, Cihad, 8) Huzur kaçıranların vay haline!

Şimdi günlük hayatımızdan ömürlük serüvenimize, iş hayatımızdan aile hayatımıza, arkadaş çevremizden akraba çevremize kadar olan bütün zaman dilimlerinde bize nasıl davranılmasını isteriz veya biz ne kadar nazik davranıyoruz? Hayat sürecimizde özümüzden sözümüze kadar olan süreçte hiç kalbe zarar veriyor muyuz? Çünkü nezaketten mahrumluk, kalbe dokunur ve kalbi incitir. Gönül kırılır ve mimarı farkında dahi olmadan belki de siz olursunuz. Hayatı süslemek de kirletmek de kişinin kendi elindedir. Şu da bir gerçek ki kalbi kirli olan da hiçbir kalbi ve ortamı süsleyemez. Bir nebevi söz ile konuya açıklık getirelim. “Yumuşak davran; zira yumuşaklık nerede bulunursa onu süsler. Hangi şeyden kaldırılırsa onu kirletir.” (Müslim, Birr, 79)

O zaman son soruyu soralım. Ne kadar naziksiniz?