Halime Özdemir kaleme aldı: "Hz. Ebu Bekir Olamayız Da Onun Gibi Olmaya Çabalayamayız Mı?"

Hz. Ebu Bekir, tarih sahnesinde ikinin ikincisi olarak var oldu ve her zaman Hz. Peygamber’in yanı başında o vardı. Kimsecikler iman etmezken ilk iman eden, ilk kabul eden, ilk yardım eden, ilk kol kanat geren, ilk dert ortağı olan oydu. Ebu Bekir, dosttu, sırdaştı ve güvendi. Onun bütün vasıflarından belki de en önemlisi, dost kimliği idi ve bundan dolayı Türk ve İran Edebiyatlarında onun için “can yoldaşı, mağara dostu” denilmişti. Ebu Bekir, sadece Mekke’de değil hicretle başlayan Medine döneminde de Peygamber’in maddi ve manevi olarak hep yanı başında yer aldı. Mesela Medine adı tarih sahnesine çıktığında orada bir mescit yapılması gerektiğinde o arsayı alıp bağışlayan Ebu Bekir değil miydi? Sevdiğini asla yarı yolda bırakmayan bir dost idi o. Hatta Mirac yaşandığında herkesler bu olaya şüpheyle baktığında “o dediyse doğrudur” diyerek sevgili peygamberine şüphesiz iman etmemiş miydi? Hz. Peygamber (sav), “Size Peygamber olarak gönderildiğim vakit hepiniz bana ‘yalancısın’ dediğiniz halde, Ebu Bekir bana iman edip tasdik etti ve bana nefsi ve malıyla yardım etti.” (Buhârî, Fedâilü ashâbi’n-nebî, 5) buyurması da bu gerçeği bildirmiyor muydu?

O dost olduğu kadar onun dostluğu da Hz. Peygamber tarafından kabul edilirdi. Ona neden dost denildiğini Hz. Peygamber’in şu sözlerinden öğreniyoruz: “Ben Ebu Bekir dışında, Müslüman olmasını teklif ettiğim herkesten bir zorluk gördüm. Ebu Bekir’e gelince; o, teklifimi tereddüt etmeden kabul etti.” (Buhârî, Fedâilü Ashâbi’n-Nebî, 5) Ve dostun tanımını da insanın zorluk görmediği, şüphe duymadığı ve tereddütte bırakmadığı şekliyle öğreniyoruz. O candan öte bir dosttu. Ve dostu onunla ilgili olarak, “Sen Allah’ın cehennemden azat ettiği kimsesin” (Tirmizî, Menâḳıb, 16) diyordu. Evet Ebu Bekir, cehenneme asla uğramayacak olan bir sahabe idi.

Ebu Bekir, Kur’an-ı Kerim’i en iyi bilen ve onu bilmekten öteye geçip her bir ayeti hayatında ilmek ilmek işleyerek yaşayandı. Onun Kur’an-ı Kerim’e olan sevgisi o kadar fazla idi ki yaşadığı kitabı herkese ulaştırmak için onu iki kapak arasına getirip mushaf kavramını ümmete kazandırandı. O, Peygamber’in hastalıktan dolayı namaz kıldıramadığı esnada peygamberin sağlığında ümmetin başına imam olarak geçebilen tek kişiydi.

Ebu Bekir, yaşayan bir Kur’an’dı, ahlakını da o yönde tezyin etmişti. O, mütevazı yumuşak huylu, hoşsohbet bir kişiliğe sahipti. Bundan dolayı gurur ve kibre yönelenlere kızardı. Fakirlere ve kimsesizlere yardım eder, misafirleri onun yanında ikram görürdü. Çok konuşmayı sevmez ve kızgınlığını insanlara göstermezdi. Az ve öz konuşur ve yöneticilerine de çok konuşmaktan uzak durmalarını tavsiye ederdi. Başkalarının haklarına oldukça riayet eder ve hakkaniyetten ayrılmayan dürüst bir kişiliğe sahip idi.

Hz. Ebu Bekir’in konuşması tesirli ve sözlerinin muhtevası oldukça önemli idi. Onun sözlerinden bazısı şunlardır: “Sana yol göstermek isteyenden durumunu gizleme, aksi takdirde kendini aldatırsın.”; “Bir hayrı kaçırırsan onu yakalamaya çalış, ulaşınca da onu geç.” Onun bu kabiliyete sahip olmasındaki en önemli etken, gençliğinden itibaren hatipleri ve edipleri dinlemesi ve onların eserlerini okuyarak ömrünü geçirmesidir.

Hz. Peygamber, Hz. Ebu Bekir’e o kadar çok değer veriyordu ki bir defasında onunla ilgili şunları söyleyivermişti: “Muhakkak ki arkadaşlığı hususunda da malı hususunda da insanların bana en çok ihsanlısı, Ebu Bekir’dir. Ümmetimden kendime bir dost edinseydim Ebu Bekir’i edinirdim. Lakin İslâm yüzünden meydana gelen kardeşlik, şahsi dostluktan efdaldir. Mescidde Ebû Bekir’in kapısından başka kapatılmadık hiçbir kapı kalmasın!” (Buhârî, Fezâilü Ashâbi’n-Nebî, 2; Salât, 80) Hz. Ebu Bekir’i bu kadar değerli kılan ne soyu, ne sülalesi ne de malı idi. Onu hem toplum nezdinde hem de Hz. Peygamber nezdinde itibarlı yapan şey, onun kişiliği ve yapıp ettikleri idi.

Ebu Bekir, cennete gidecek hasletleri bünyesinde taşıyarak yaşadı. Onun Müslümanlığı söylemde değil eylemde can buluyordu. Hz. Peygamber (sav)’in sorularına verdiği cevap bunu gösteriyordu: “Bugün içinizden kim oruçlu olarak sabahladı?” diye sordu. Orada hazır bulunanlardan Hz. Ebu Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav), “Bugün içinizden kim bir cenazenin arkasından gitti?” dedi. Yine Ebu Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav) bu sefer, “Bugün içinizden kim bir fakiri doyurdu?” diye sordu. Ebu Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Hz. Peygamber (sav), “Peki, bugün içinizden hanginiz bir hastayı ziyaret etti?” buyurdular. Yine Ebu Bekir, “Ben!” cevabını verdi. Bunun üzerine Resulullah (sav), “Bu hasletler kimde bulunursa o, mutlaka cennete girer.” (Müslim, Fedâilü’s-sahâbe, 12) buyurdu. Ebu Bekir, hem ibadetler hem ahlaki konular hem de muamelet konularında doğru yaşamın en canlı örneği idi. Bu açıdan kim onunla yarış edebilirdi?

Ebu Bekir, sadece Peygamber’e dost olmamıştı. Onun vasıtasıyla pek çok kişi İslam’la şereflenmişti. O hiçbir zaman “bana ne, ne halleri varsa görsünler” diyerek bir ömür geçirmedi. O, herkesin İslam’la şereflenmesini için ömrünü adadı. Osman b. Affân, Zübeyr b. El-Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Sa‘d b. Ebî Vakkâs, Talha b. Ubeydullah, Ebû Ubeyde b. Cerrâh, Osman b. Maz’un, Saîd b. Zeyd, Abdullah b. Mes’ud, Ebû Seleme, Hâlid b. Saîd, Ubeyde b. Hâris, Habbâb b. Eret, Erkam b. Ebi’l-Erkam, Suheyb b. Sinân, Bilâl-i Habeşî gibi meşhur sahâbiler onun vasıtasıyla İslam ile tanışmışlardı. Buna ilaveten pek çok zayıf, güçsüz ve köle statüsündeki kişiler de onun vasıtasıyla Müslüman olmuştu. O, bu kölelerin sadece Müslüman olmalarını değil aynı zamanda azat edilmelerini de sağlayarak hürriyetlerine kavuşturandı.

Ve Ebu Bekir, bütün sahabelerin gizliden ve aşikâr bir şekilde onu geçmek için çabaladığı bir sahabe idi. Hz. Ömer bu durumu şöyle anlatır: “Resulullah bu gün bize sadaka vermemizi emretti. Bu emir, bende mal bulunan bir zamana rastladı. Kendi kendime, “Eğer bir gün Ebu Bekir’i geçebileceksem ancak bugün geçerim.” dedim ve malımın yarısını getirdim. Resulullah, Ailene ne bıraktın?” dedi. Ben de, “Bu kadarını.” dedim. Ardından Ebu Bekir de malının hepsini getirdi. Resulullah ona da, “Ailene ne bıraktın?” dedi. O da, “Onlara Allah ve Resulü’nü bıraktım.” dedi. Bunun üzerine ben, “Bundan sonra hiçbir şeyde seninle yarışa girmeyeceğim.” dedim. (Ebû Dâvûd, Zekât, 40) Ve Ebu Bekir, imanın en canlı örneği olarak tarih sahnesinde yerini aldı. Hiç şüphesiz bir Ebu Bekir olamayız ama Ebu Bekir gibi olabilmek için çabalayabiliriz.