Arada Bir (2)

21.yy’ın ilk çeyreğinin son yılına da girdik. Yıl oldu 2025. Genetik araştırmalar ve fosil kayıt verileri ışığında insanoğlu en yakın tarihlemeye göre 45.000-50.000, bir kısım araştırmacıya göre ise 65.000 ile 75.000 yıl önce dünya üzerinde evrimleşmeye başlamış. Ama bilim adamları insanın atası sayılan Homo Sapienslerin en az 200.000 yıl önce ortaya çıktığını düşünüyor.

Peki bugün insanlık nereye ulaştı derseniz işte burası biraz sorunlu. Benim de çok sevdiğim 20.yy. şairi Melih Cevdet Anday’ın “Kolları Bağlı Odysseus” şiirinde dile getirdiği gibi “doğadan ayrı mı düştü insanlık?”.

“Büyüdük çocukluğumuzdan

Büyüdük tarihe usulca

Biz bir yana doğa bir yan

Doğanın yanında bir başka doğa

Karşıdan bize gözlerimiz mi bakan?

Ve güneş altında ölümlü tanrılara

Hâlâ şaşkınlık içinde yontularda

Susar doğadan ayrı düşmüş insan

İnsanın boşluğunda doğa.”

(Melih Cevdet Anday. Kolları Bağlı Odysseus. Yeditepe Yaınları.1962)

Azra Erhat, “Ecco   Homo. İşte İnsan” adlı kitabında bu şiirden yola çıkarak şu soruyu soruyor. “Koptuk mu biz doğadan? Giz dolu ormanlarda dolaşır, canlıların sesini duyamaz, dilini anlayamaz mı olduk? Yitirdik mi koca birliği, ayrı düşmekle mutluluktan mı olduk”.

Oysa ilkçağlarda, özellikle İyonya kentlerinde insanlar düşünürlerinin de etkisiyle karşılarında gördükleri dünyaya “kosmos”, yani düzen, yani evren diyorlardı. Güneşi, ayı, yıldızları ile gökyüzü, insanı, hayvanı, bitkisi ile yeryüzü. Evreni anlamak, tanımlamak, bu düzenin kurallarını bilmek için insan aklının sınırlarını zorluyorlardı. Doğaya açık olduklarından doğanın sırlarını çözebileceklerine inanıyorlardı.

Dünyanın çeşitli bölgelerinde uygarlık ve bilim adına pek çok gelişme varken neden İyonya kentleri dediğimize kısa bir açıklama getirelim. Karadeniz’den. Akdeniz’e tüm limanlara uğrayan Babil, Girit, Fenike ticaret gemileri, bu diyarlarda ne kadar ulus varsa hepsine bir şeyler satmış, bir şeyler almış, ticaret yapmış tüccarlar, rahipler, müneccimler, gezginler ve yabancı devlet elçilerinin getirdiği her türlü düşünceyle yoğrulan bir bölgedir İyonya’da ondan öyle dedik.

Öyle bir aydınlık saçılır ki bu topraklardan, uygarlık tarihi okuyan herkesi şaşırtır. Hani şu dört temel unsur tartışmalarının doğduğu yıllar. Toprak, su, ateş, hava… Bu dört unsurun karışımını, doğanın devingenliğini sağlayan etkilerini bilmekle övünür dönemin bilim adamları, düşünürleri. Güney Sicilya’nın Akragas kentinden Empedokles bu düşüncesiyle bilinen bir öncüdür mesela.

Dönemin en büyük belki de en sonuncu filozofu olan Efes’li Herakleitos (M.Ö. 535-475); “Aynı ırmağa girenin üstünden hep başka başak sular akar. Aynı ırmaklara hem giriyoruz hem girmiyoruz hem biziz hem biz değiliz” der.

Ve sonsuz değişimi dile getiren sözlerine şöyle devam eder. “Aynı şeydir yaşayanla ölmüş, uyanıkla uyuyan, gençle ihtiyar. Çünkü bunlardan biri değişince öbürü olur. Soğuk ısınır, sıcak soğur, ıslak kurur, kuru nemlenir. Olduğu yerde kalan bir şey yoktur.”

Sadece bu konulara kafa yormamış Herakleitos. Zenginleşen yeni yönetici sınıfa karşı adaletsiz yönetimlerine karşı şöyle seslenmiştir: “Hiç eksik olmasın zenginliğiniz Efesliler. Olmasın ki alçaklığınız belli olsun."

Halkı, “ölümden sonra ceza çekmekle ve ateşte yanacakları kehanetiyle” tehdit eden din adamlarını ve rahipleri ise şöyle eleştirir.

"Kana bulanarak arındırmaya çalışıyorlar kendilerini, çamura batmış birinin kendini çamurlu suyla yıkaması gibi. Çamurla temizlenen birine herkes deli der. Karşılarındaki tanrı heykellerine yakarıyorlar, konuşur gibi duvarlarıyla evlerin. Ne tanrılar ne de kahramanlar hakkında bir şey bildikleri var."

***

Doğanın düzeninden, doğa ve insan ilişkisini sorgulayan düşünürlerden gelelim bugünlere. O günlerden bugünlere gelene kadar insanlık çok şey yaşadı. Nice zalim kral ve yönetimler gördü, nice aydınlanmacı düşünürleri ve devrimleri gördü. Ama sonunda toplumun huzur ve mutluluğunun, yani kamunun mutluluğunun yönetenler için bir borç olduğu fikri gelip yerleşti.

Bunun da içerisinde herke iş, herkese eğitim ve sağlık hakkı, çalışabilecek durumda olmayanlara bile insanca yaşama hakkı, özgür bireyler olma hakkı, sağlıklı bir doğada yaşam hakkı vb. haklar var. Peki biz bugün bunlardan ne kadar yaralanıyoruz veya bazı haklarımızın ne kadar farkındayız?

Bazı seçimleri yaparken, “ehveni şer” diyerek, “gene içlerinde en iyisi budur” diyerek ne yanlışlar yaptığımızın çoğu kez farkında bile değiliz! Oysa bazı durumları daha özlü bir sözle açıklamak için o her zaman başvurduğumuz atasözlerimiz bakın ne diyor:

“Ehven-i şer, şerlerin en kötüsüdür.”

Bugün ehven-i şeri kabul eden, yarın ekber-i şeri de kabul eder.”

***

2025 yılının tüm insanlığa barış, huzur ve sağlık getirmesi dileklerimle…

Sevgi ve dostlukl