Yunus Türkölmez kaleme aldı...

Taşköprü Postasında sevgili Mehmet Tuğcu’nun önerisi ile köşe yazıları yazmaya başladığımdan bu yana bazı dostlarım âdettendir köşeye bir giriş ve selamlama yazısı yazmadın diye sitem edip duruyorlar. Ben de bu sitemlere dayanamayıp biraz olsun tanışabilmek adına kendi yazın yaşam öykümü sizlerle paylaşmak istedim.

Bana bu imkânı veren başta Mehmet Tuğcu olmak üzere Taşköprü Postası’na emeği geçen tüm dostlara selam ve sevgilerimle…

Yazmak belirli bir duyguyu, düşünceyi, konuyu ya da olayı başkalarına aktarmak, bilgilendirmek, yorumlamak, saklamak için yazıya dökmek ise, ben bu süreci yaşarken başlarda çok zorlandığımı hatırlıyorum. Oysa okuma yazmayı çok çabuk öğrenmiş başarılı bir öğrenciydim.

Sanırım orta üçüncü sınıftaydık. Mart ayıydı. Hava buz gibiydi. Türkçe öğretmenimiz bizden “Mart kapıdan baktırır, kazma kürek yaktırır” konulu bir sayfalık bir kompozisyon yazmamızı istedi. Hemen hepimiz şoktaydık. Bu ne demekti, nasıl açıklayacak, nasıl yorumlayacaktık? Kompozisyon yazmak hakkında en ufak bir fikrimiz yoktu. Kimse kalem oynatamadı. Boş gözlerle birbirimize bakıyorduk ki, öğretmenimiz durumumuzu fark etti, açıklamalarıyla bize bir parça yön verdi. Sanırım yazma serüvenim işte o gün başladı.

İstanbul Davutpaşa Lisesi’nde okuyordum. Birinci sınıf sömestr tatilinde edebiyat öğretmenimiz “Herkes bir roman okuyacak, özetini çıkaracak” dedi. Yazma serüvenimin ikinci sınavının eşiğindeydim. O güne kadar ders ve küçük hikâye kitapları dışında ne kitap okumuş ne özet çıkarmıştım. Benim payıma John Steinbeck’in romanı İnci düşmüştü. Hikâyenin kurgusunu çok bozmadan, belirli bölümleri alıp belirli bölümleri atlayarak ödevimi yapmıştım. Öğretmenimiz beni çağırmış, özetin böyle çıkarılmaması gerektiğini anlatmıştı. Utandığımı hatırlıyorum. 12 Ocak 1975’te aldığım o kitabıysa hâlâ saklıyorum.

Lise ikinci sınıf sömestr tatilinde, bu kez ödev için kitabımı arkadaşlarımın önerisiyle seçtim. Jonathan Livingston’un eseri Martı’yı özetledim. Çok iyi bir iş çıkaramasam da bu kez geçer not almıştım. Daha önemlisi hatalarımdan öğrenmeye, kendi yazma serüvenimde taş üstüne taş koymaya başlamıştım.

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nde öğrenciydim. Bizans Sanatı dersi kapsamında her öğrenci hem İstanbul’daki bir Bizans anıtını gezdirir hem tarihçesini, mimari özelliklerini anlatırdı. Hazırlık süreci kapsamlı bir inceleme araştırmayı, sanat, mimari, tarih bilgisi edinmeyi gerektiriyordu. Yazma serüvenimin yeni taşını güle oynaya yoluma ekledim.

Mezuniyet tezimi hazırlamadan önce tezin nasıl yazıldığını araştırdım. Cavit Orhan Tütengil Hoca’nın Sosyal Bilimlerde Araştırma ve Metod kitabından faydalandığım için yazarken çok da zorlanmadım. Bu süreçte siyasal faaliyetlerde yer almaya başlamıştım. Öğrenci arkadaşlarımla gruplar hâlinde eğitim-okuma çalışmaları yapıyorduk. Bana düşen görev Georges Politzer’in Felsefenin Başlangıç İlkeleri’ni okuyup anlatmak, yorumlamak, günümüzden, yaşamdan örneklerle zenginleştirmekti. Bu çalışmaların da bana önemli katkıları olmuştu elbette.

Yıllar sonra Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde Kamu Yönetimi’nde yüksek lisansımı yaparken hepimizin dönem ödevi hazırlaması, diğer öğrencilere sunması gerekiyordu. Araştırmayı derinleştirmeyi, kütüphanelerde, arşivlerde dirsek çürütmeyi, daha incelikli yazmayı, yazdıklarımı temellendirmeyi öğrendiğim bu süreç, yazma serüvenimde döşediğim taşları birleştiren harç oldu. (1)

Bütün bu süreç çalışma yaşamımda, sendika kurma süreçlerinde de çok işime yaradı. Yüksek lisans tezimde çalışma alanımla ilgili bir araştırma konusu seçtim. Okumaktan yazmaya doğru olan yolculuğum bu kez yaşamdan yazıya döndü.

Emekli olunca başladığım köşe yazarlığımda daha ziyade çok sevdiğim iki konu hakkında kalem oynattım. Tarihi konuları güncel siyaset ile harmanladım. 

Okumaktan yazmaya evrilen serüvenimde ilk kompozisyonumu yazdıran öğretmenim, ilk hareket ettirici gibi, aslında bilerek, bilmeyerek yazma cesaretinin ilk tohumunu yüreğime ekti sanırım. Hep okudum, okuduklarım yazmaya, yazdıklarım okumaya teşvik etti. Birbirlerini doğurup birbirlerini beslediler. 

Bu uzun girişten sonra nasıl, ne zaman yazdığıma gelirsem, durum biraz değişken. Yerel gazetelere köşe yazılarımı genellikle geceleri yazmayı tercih ediyorum. Araştırmaya dayalı yazılarım, kitaplarım için gece gündüz fark etmeksizin çalışırım. Yeni kitabım Yaşamımdan Süzülen’i hazırlarken hep gündüzleri çalıştım. Yazmaya başlamadan yaklaşık üç ay neleri yazmalıyım, nasıl yazmalıyım sorularını düşündüm, cevaplar aradım. Sadece konu başlıklarını, alt başlıkları oluşturdum. 

Yazım süreci de üç ay sürdü. Her gün sadece bir anımı kaleme alabildim. İkincisini yazmak istediğimde çuvalladığımı fark ettim. Yatmadan önce ertesi gün yazacağım anıyı enine boyuna düşünüyordum. O uyur uyanıklık arasında anımı neredeyse zihnimde yazıyordum. Sabahları kahvaltı ve rutin işlerden sonra bilgisayarın başına oturuyor, dış dünyadan kendimi tamamen soyutluyordum. Yazarken genellikle radyo dinlerim. Özellikle halk müziği çalması benim için önemlidir. Dış seslerle irtibatımı da kesiyorum böylece.

Çalışma yaşamı, emek dünyası hakkında yazarken içinden geldiğim, bildiğim bir alan olduğu için fazla zorlanmıyorum, ama tarihle ilgili yazarken durum biraz farklı. Yanıltıcı, yanlış, kirli bilgi çok fazla olduğu için daha fazla özen gerekiyor. Yazdıklarım arasında beni en çok Yaşamımdan Süzülen’de annemle ilgili yazdığım yazı zorladı. Yazıyı zihnimde bütünüyle kurduğumu sandığım hâlde, sil baştan üç kez yazdım. Şimdi dönüp bakınca keşke yazdıklarımın hiçbirini silmeseydim diyorum. Sildiğim için hâlâ hayıflanıyorum. Silip çöpe attığım o yazılardaki duyguları bir daha yakalayamadım.

Tarih, araştırma, emek dünyası ile ilgili yazılarım için kendime ait hatırı sayılır bir arşivim, kütüphanem olduğu için çok zorlanmıyorum. Eksiklerimi de çok dikkat ederek kullandığım internet kaynakları dolduruyor. Bu konularda yazma isteği duymamın ana nedeni, ülke gerçekliği hakkında düşündüklerimi okurlara aktarabilmek.

Yazmayı hiç istemediğim, hatta elime kalem almaktan imtina ettiğim konu ise başkası adına konuşma metni hazırlamak oldu hep. Yedeksubay olarak askerliğimi yaparken Tabur Komutanımız 30 Ağustos Zafer Bayramı törenindeki konuşmasının metnini hazırlamamı istemişti. Yapamayacağımı belirtince çok kızmış, ama kararlılığımı görünce ısrar etmemişti. Törende konuşma yapma görevini üstlenmek zorunda kalsam da, yazmak durumunda kalmadığım için sevindiğimi hatırlıyorum.

Daha sonra çeşitli sendikalardan, dernek başkanları ve siyasilerden konuşma metni yazma talepleri geldi, bir kelime olsun yazmadım. Dostlarımın küsmesini bile göze almak durumunda kaldım. Beynim başkası yerine söz almaya, gölge yazar gibi davranmaya muazzam bir direnç gösterdi hep. Çeşitli dergi ve yayınlara isimsiz yayımlanan, anonim kaldığım yazılar kaleme aldım. Bu yazıları ise severek, itina göstererek yazdım.

“Başka bir edebi türde yazabilir misiniz?” derseniz, hiç sanmıyorum derim. Roman, şiir okumayı, yüksek sesle dostlarıma da okumayı çok severim, ama yazmayı beceremem. Yapabileceklerimi bildiğim gibi, yapamayacaklarımı bilmemin de erdem olduğunu düşünürüm.

Yıllara yayılmış yazma serüvenimin ürünlerinden seçtiklerimi kalıcı olmaları, daha fazla insana ulaşmaları için vakti gelince kitaplaştırdım. Benim nasıl yazma serüvenim varsa, yazılarım da belirli temalarda buluştukça kitaplaşmaya evrildi. Hayat sürprizlerle dolu. Soğuk bir mart günü başlayan yazma serüvenim, bu satırları kaleme aldığım güneşli bir mart günü devam ediyor.

Yaşam Geçmişim Hakkında:

1962 yılında Kastamonu Taşköprü Tokaş Köyü’nde doğdum. İlk öğrenimimi köyümde, ve orta öğrenimimi Taşköprü Köçekli’de, lise öğrenimimi İstanbul Davutpaşa Lisesi’nde tamamladım.                                                                           1982 yılında İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Sanat Tarihi Bölümü’nden mezun oldum. 1985’te PTT’de işe başladım, 2011’de Türk Telekom’dan emekli oldum. Tüm Haber-Sen ve Haber-Sen kurucularındanım, genel merkez yönetimlerinde görev aldım. Türkiye ve Ortadoğu Amme İdaresinde Kamu Yönetimi Yüksek Lisansı yaptım.

Emekli olduktan sonra 2011 yılından itibaren çeşitli yerel gazete ve haber sitelerinde yazılar kalem almaya başladım. Daha sonra bu yazılarımdan bir seçkiyi ikinci kitabım olan Kahve Tarih ve Siyasette topladım.

Yayımlanmış eserlerim:

PTT’de İşçi ve Memur Örgütlenmesi (1998),

Kahve Tadında Tarih ve Siyaset (2017)

Yaşamımdan Süzülen (2023).

(1)Türkiye Ve Ortadoğu Amme İdaresi Enstitüsü’nde (TODAİE) Kamu Yönetimi Yüksek Lisansımı yaparken öğrencilerin hazırladığı dönem ödevi çalışmaları kapsamında yaptığım çalışmalar da bana çok önemli inceleme, araştırma ve yazım deneyimi kazandırdı.

 Bu kapsamda Yerel Yönetimlerde Yeniden Düzenleme, Türk Siyasal Yaşamına Yön Veren İki Çizgi, Sendikalar Ve Siyaset, Türkiye’de Ve Dünyada Kamu Personelinin Sendikal Hakları, PTT Çalışanlarının Örgütlenme Ve Hak Alma Mücadelesi Üzerine Bir Araştırma Önerisi başlıklı çalışmalarım (ki bazıları sözlü ve tartışmalı olarak da sunumu yapıldı) bana çok önemli deneyimler kazandırdı.

Bütün bu süreç çalışma yaşamımda ve sendika kurma süreçlerinde de çok işime yaradı. Yüksek lisans tezimde de zaten burada “Araştırma Yöntem Ve Teknikleri” dersinde sunduğum tez önerisinden yola çıkarak “Çalışma İlişkileri” dersi kapsamında kendi çalışma alanımla ilgili bir araştırma konusu seçtim. PTT’de İşçi Ve Memur Örgütlenmesi. Sonrasında da kitaplaştırdım.

Dostlukla.